Bu kavram
özellikle son dönemde, islami camia içindeki bazı gruplar için çokça
kullanılmaya başlandı. Halka, islami bir partinin başta olduğunu yutturmaya
çalışanlar, iç düşman ve provokatör olarak, İslamcı grupları gösterme yoluyla,
halkı bu gruplardan uzaklaştırma çabasına girmekte.2 Bunu yaparken
de, ya bu grupları provoke eden dış güçlerin olduğunu, ya da onların bizzat
kendilerinin; hedefleriyle, fikriyatıyla, metodlarıyla provokatör olduğu iddia
edilmektedir.
Aslında 'provokatör,
provokasyon' ithamı, daha çok İslami camianın diline pelesenk olmuş, moda ve
kabul gören bir itham. Birileri cesur bir şekilde zulme ses çıkardığında, düzen
taraftarları ve bizim muhafazakarlar hemen onu fitneci, provokatör olarak ilan
eder. İslamcılara, seküler cenahtan gelen bu refleks anlaşılır bir durumdur da,
muhafazakârların bu ani ve canhıraş refleksi göstermesi, kolay anlaşılır bir
durum değil. Bu durumu anlamak için, özellikle son 18 yılda dönüştürülen, muhafazakârlığın3
da mübalağasını gördüğümüz kitlenin haleti ruhiyesine bakmak lazım. Bugün muhafazakârlar,
sistemi muhafazanın da ötesinde, sistemin hayrını- şerrini müdafaa etme aşamasına
geçmiş durumdalar. Bu durum, sisteme entegrasyonu, kendi ideallerine
yabancılaşmayı ve tüm bunların sonucunda da geçmişte savundukları birçok değere,
karşı refleksleri beraberinde getirdi.
Oysa bir
kitleyi uyandırmak, bir zulmü izhar etmek, bir halkı bilinçlendirmek ayrı,
provokasyon ayrı şeylerdi. Ama birileri medya yoluyla bunun adına ‘provokasyon’
bu insanlara da ‘provokatör’ dediğinde toplum koro halinde aynı ithamları
etmeye başladı.
21 Mayıs gecesi
yaşanan vahim olayların sosyal medyadaki görüntüleri ortaya çıkınca, İslami
cenah yeniden ‘provokasyon’ kelimesini tekerleme gibi söylemeye başladı. Oysa
görüntüler yürekleri sızlatacak, polisin aşırı güç kullandığını gösteren,
vicdanı olan herkesin ‘bu insanlar bunu hak edecek ne yapmış!’ diyeceği
vahametteydi. Tepkiler –çoğunlukla- böyle olmadı. İyi niyetliler:‘Furkan
gönüllüleri provoke olmasın’; kötü niyetliler de: ‘Adana’da Provokasyon’;
meseleyi anlayamayanlar da sessiz kalarak nötr kalmayı tercih etti. Oysa o gece
orada olan avukat, provokasyonla alakası olmayan olayı şöyle anlattı: (sosyal
medyada görülen görüntüler de teyid ediyor): 10 genç bir parkta teravih namazı
kılmak istemiş, polisler kılamazsınız deyince bunlar da vazgeçiyor. Buna rağmen
polis arkadan bunlara müdahale ediyor ve karakola götürüyor. Bunun dışında
aslında en sert muamele, toplu namaz kılmaya çalışanlardan ziyade, yatsı
namazını münferiden camide kılmak isteyen veya karakola gelip durumu sormaya
gelenlere yapılmış. Sonuçta 40’ı aşkın insanın gözaltına alınmasıyla ve gözleri
morartılmış, ağızları burunları kanatılmış insanların görüntüleriyle sonuçlanmış
bir olay gerçekleşiyor. Devamında ise bu insanların yakınları ve Alparslan
Kuytul Hoca bu gençler karakoldan çıkana kadar dışarıda bekliyor. Beklerken
sosyal mesafeye dikkat edilerek topluca sabah namazları kılınıyor.
Şimdi bu olayda
kim provokatör! Bu gençlere bu derecede şiddet kullanan, ağızlarını burunlarını
kıran polis mi, bu gençler mi? Bu gençler bu provokasyona, canlarının acısına,
uğradıkları zulme rağmen en ufak bir mukavemet göstermiyor. Şimdi bu durumda
kim provokatör! Velev ki bu gençler bir yasağı çiğnemiş olsun. Bunun cezası
belli değil mi! Cezasını kesersin, olur biter. Bu polislere bu muameleyi yapma
cesaretini verenler ve adeta onları provoke eden kimler! Şimdi bu durumda
provokatör kim!
Tabi bir gün
sonra tüm internet haber siteleri, ulusal medya, olayı çok farklı göstererek tam
tamlı başlıklarla haber yaptı. Yandaş medyada ‘Alparslan Kuytul Hoca’ ve
‘Furkan Gönüllüleri’ provokasyon peşinde koşuyor gibi lanse edilmeye
çalışıldı... Bu yazıyı hazırlarken tüm bu yazıları tekrar gözden geçirdim ve
şunu gördüm; bu ülkede ‘araştırmasız gazetecilik’, ‘iftiracı gazetecilik’,
‘provokatif gazetecilik’ diye bir basın ahlaksızlığı yayılmış ve dahi
yerleşmiş. Yalanın- iftiranın bini bir para; şimdi provokatör kim!
Olayın
sabahında tüm bu provokatif gazete/gazeteciler yaptıkları haberlerde,
yazdıkları yazılarla 15 Temmuzdan hemen sonra darbeyi lanetleyen bir miting dahi
düzenleyen Alparslan Kuytul Hoca’ya, ‘15 Temmuzda neredeydin, şimdi namaz için
meydana çıkıyorsun’ deyip, millete yalan söyleyerek milleti cemaate karşı
provoke etmeye çalıştılar. Şimdi gerçek provokatör kim! Türkiyede (tevafuken)
canlı yayında darbeyi lanetleyen ilk kişi olan Alparslan Kuytul Hoca’ya
‘darebeye hayırlı olsun dedi’ iftirasını4 atma alçaklığını
göstermeye devam ederek, milleti provoke etmeye çalıştılar. 10 Dakikalık
konuşmanın 20 saniyesini alarak, onu da başlığa taşıyarak milleti provoke
etmeye çalıştılar. Bu durumda gerçek provokatör kim!
Alparslan Kuytul
Hoca, hayatı ortada, ömrü bu vatan topraklarında geçmiş, oldukça şeffaf bir
hayatı olan bir Türkiye insanıdır. Ömrü ilmi çalışmalarla geçmiş, binlerce
ders, yüzlerce konferans vermiş, yüzlerce talebe yetiştirmiş bir alimdir. Ancak
onu diğer hocalardan ayıran bir özellik vardır ki, siyasal erki rahatsız eden
tarafı da odur; o da ülkesinde olup biten olaylara karşı duyarsız kalmama
özelliği Alparslan Kuytul Hoca, kimliğine meşrebine bakmadan, her daim mazlumun
yanında olan zulme karşı duyarlı bir alimdir. O, zalimin karşısında dururken de
aynı bakış açısıyla durur. Bunu yaparken, çoğunlukla yüksek perdeden konuşur.
İşte birçok insan, onun bu yüksek perdeden koşmasına takılır. Buna takılma
aslında küçük düşünmektir. Duruşunda, düşüncesinde kusur bulamayanlar, onun
ciğerden yaptığı konuşmasındaki yüksek tona kusur bulur. Hayır! Bu bir kusur
değildir! Bu, bağrı yanık bir adamın haykırışıdır.
Yani ben bir
adam görüyorum, zulüm görünce öfkeleniyor; fıtratı öyle dayanamıyor. Ama bu öfke
onu kine, adaletsizliğe, illegaliteye sevketmiyor. İnsanları provoke etmiyor,
tahrik etmiyor, insanları uyandırıyor, harekete geçiriyor.
Furkan hareketinin 30 yıla yakın süredir
ortaya koyduğu İslami faaliyetlere bakıldığında illegalitenin içerisinde
olmadığı dikkatleri çekmektedir. Esasında bundan dolayı, açılan yüzlerce dava da
aleyhlerine sonuçlanmamaktadır. Yine bu hareketin hiçbir şekilde marjinalize
olmadığı, halktan kopuk, aykırı bir harekete dönüşmediği ve mensuplarının da hiçbir olayda provoke olmadıkları dikkat çekmektedir.
Çünkü bu hareketin metodu, her çağa, her çağın insanına hitap eden, iyi anlaşıldığında
aklın da mutmain olduğu Rabbani metoddur. Provokatif metodlarla Rabbani metod
arasında temelli farklar vardır. Rabbani metod yapıcı diğeri
anarşist/yıkıcıdır. Rabbani metod meşru/legal yolla hareket eder diğeri gayrı
meşru yollara da girebilir… Takip ettiği metoddan dolayı, böyle bir cemaat,
askere/polise karşı, hele hele halka karşı asla provoke olmayacak; halkı
provoke etme yoluna da girmeyecektir.
Yine provokasyon
kavramının yüklendiği mana veya provokasyona yüklenen mana konusunda da bir kavram
kargaşası var. Evet, bu kavram negatif mevzularda insanları kışkırtma anlamına
gelmektedir ve bu durum toplumun salahiyeti için ciddi tehlikeler ihtiva
etmektedir. Ancak toplumu pozitif anlamda harekete geçirmek, uyandırmak,
muharrik güce sahip hareketlerle mümkün olmuştur. Bugün dünyayı değiştiren
insanlar, o gün kendi toplumlarında provokatör(!) olarak tanımlanmış olabilir.
Bir taraftan
kavram üzerinden bir algı oluşturulmaya çalışılırken diğer taraftan bu kavramın
verildiği olaylar, kişiler, kurumlar üzerinden de ayrı bir ters yüz olma
durumu, sağ gösterip sol vurma durumu yaşanıyor/yaşatılıyor.
Yani Türkiyede
2 grup var. Birincisi, halkı gerçekten provoke edenler, ikincisi halkı provoke
ettiği iddia edilenler. Aslında birincisini kamuflaj için ikincisini iddia
ediyorlar. Gerçek provokatörler görülmesin, anlaşılmasın istiyorlar. Cemaati
provoke edemeyeceğini çok iyi bilen; ama halkı cemaatlere karşı, kolluk
kuvvetlerini de halka karşı kışkırtan bir güç var. Son dönemde, basında çıkan
bazı insanların, milyonlarca insanın önünde rahatlıkla hazırladığı ölüm
listelerinden bahsetmesi, hızını alamayan bazı trollerin ülkeyi kan gölüne
çevireceğinden, insan öldüreceğinden bahsetmesi ve bunlara yargının adamakıllı
müdahale etmemesi, bu korkunç provokasyonun küçük bir emaresi olsa gerek.
21. yüzyıl
garip ve karmaşık bir yüz yıl olarak devam ediyor. Hakkı gür seda ile
anlatanların, zulme sessiz kalmayıp kükreyenlerin provokatör ilan edildiği;
yalanı-dolanı, hileyi- hud'ayı, insanları ahmak yerine koymayı gür seda ile
anlatanların haklı görüldüğü bir asır olarak... Zulme/şiddete maruz kaldıkları
halde zerre kadar şiddete başvurmadan; gasbedilen haklarını illegaliteye
sapmadan en fazla ‘sivil itaatsizlik’5 yoluyla aramaya çalışanların
provokatör ilan edildiği bir asır oldu.
Son söz!
Halkımız şunu
bilmelidir; Allah’ın ve mazlumların haklarını savunanlar provokatör değil
kahramandır.
Halkımız şunu
bilmelidir; basın yoluyla veya canavar siyaset yoluyla insanları provoke
edenlere karşı dikkatli olmak zorundadırlar.
1- TCK 216: Halkın
sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip
bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden
kimse. Bu kanun şu sıralar
özellikle bazı olaylara 'provokasyon' denilerek adeta demoklesin kılıcına
dönüştürülmüş, sıkça uygulanan bir kanun.
2-
Halkı cemaatlerden uzaklaştırmak bir projedir.
Bu proje aslında siyasal otorireteyi de kullanarak ülkeyi islami değerlerden
uzaklaştırma projesidir. Mevzu uzun olunca detaya giremiyoruz…
3-
Muhafazakârlardan kastımız, hem sistemi muhafaza
edenler hem de islami hassasiyeti olanlar
4-
Alparslan Kuytul Hoca ‘Darbeye hayırlı olsun
dedi’ ithamıyla açılan davadan beraat etti
5-
Sivil
itaatsizlik: Bazı haksız uygulamalara karşı ortaya koyulan mücadele. Yani,
yasadışı görülen ama meşru sayılan eylemlerdir
Çok güzel, kapsamlı ve açıklayıcı bir yazı olmuş hocam.. Keşke herkes okusa dediğim yazılarınızdan..
YanıtlaSil