İstanbul seçimlerinin ikinci defa yapılmasıyla ve yenilginin
daha ağır bir şekilde tescillenmesiyle beraber, kaybeden taraf daha net bir
şekilde ortaya çıkmaya başladı. İslami kesim denilen cenah, aleni olarak
kaybeden taraftır.
Siyasetçisinden iş adamına, hocasından aydınına,
akademisyeninden avamına, 28 Şubat göreninden, görmeyenine varıncaya kadar
kaybeden kaybedene… Kaybedenler kulübü epey kalabalık. Şimdi tüm bunları tek
tek ele alalım:
PARTİ- AKP
Kaybeden cenahın en büyük kaybedeni, bu cenahı siyasal
anlamada temsil eden parti yani AKP’dir. AKP’nin neden kaybettiğini masaya
yatırmadan önce başlangıçta nasıl kazandığına bakmak lazım… Aslında 2002 yılında
girdiği ilk seçimde %34’lük oy alarak, bir anda büyük başarı elde etmesini
sağlayan, bu kesimin büyük baskılar yaşadığı 100 yıllık uzun süreçtir… Ancak
muhafazakâr kesimin yakın tarih açısından en büyük kırılma noktası, 22 yıl önce
yaşanan ve post modern darbe diye isimlendirilen 28 Şubat darbesidir. 28
Şubatla İslami kesim, laik Kemalist rejimin acımasız- soğuk yüzünü tekrar
görmüş oldu. Refah Partisine ve Erbakan Hoca’ya yapılan haksızlıklar, partinin
kapatılması, siyasi yasakların gelmesi gibi zulümler bir taraftan sinmeye sebep
olsa da, bir taraftan da muhalif geniş bir kitlenin oluşmasına sebep oldu… Yine
başörtülü kızlara dönük zulümler, imam hatiplere dönük haksızlıklar, toplum
vicdanını yaraladı ve halkın kahir ekseriyetinde özgürlükler noktasında bazı
taleblerin oluşmasını sağladı… Kürt sorunu, verilmeyen haklar meselesi, terör, kardeşliğin tesisi konusu gibi,
sorunlar ve talebler, özellikle bazı aydınlar tarafından daha yüksek sesle dile
getirilmeye başlandı... İşte tüm bu zulümler, talebler, geniş halk kitlelerinde,
bir kurtarıcı beklentisi oluşmasını sağladı. AKP, oluşan/ biriken bu
beklentinin medya ve birçok farklı gücün de desteğiyle, kanalize edildiği
siyasal partidir. Bu parti ‘başörtüsü sorunu hallolacak; İslami faaliyetlerin
önü açılacak; kardeş kavgaları bitecek; kimsenin yaşam tarzına karışılmayacak;
daha fazla demokrasi (fikirlere, özgürlüklere saygı anlamında) sağlanacak;
komşularla sorun yaşanmayacak ve bir daha 28 Şubat’lar olmayacak’ iddialarıyla,
söylemleriyle ortaya çıktı. Ve bu söylemler gerek baskılardan usanmış
muhafazakâr kitleden, gerekse de liberal aydınlardan ciddi anlamda hüsnü kabul
gördü ve partiye büyük ümitler bağlandı, 17 yıl boyunca da ciddi anlamda
destekler verildi…
Bugün AKP’nin geldiği noktaya, Türkiye’yi ve İslami kesimi
getirdiği noktaya baktığımızda, başlangıçtaki iddialarından fersah fersah
uzakta olunduğunu görüyoruz. AKP iktidara geldikten 10 yıl sonra başörtüsü
sorununu (kanunla olmasa da) halletti. Çok geç kalmış bir serbestiyet olsa da
İslami kesimin AKP’li olan- olmayan hemen hepsi bu adımı takdir etti. Çözüm
sürecinde Türk-Kürt kardeşliği vurgusu, silahların susması hemen her kesimi
memnun etti… Ancak ilk 10 yıl bazı iyi şeyler yapılmış olsa da özellikle son 7
yıldır yapılanlara bakıldığında, işin rengi ortaya çıkmaya başladı. Hemen her
konuda geri adımlar atıldı. Zaten yeterli olmayan pozitif adımlardan
vazgeçildiği gibi envaı çeşit konuda hem gayrı İslami ve hem de ülke zararına
olan işlere imzalar atıldı. Gerek iç politikada gerekse de dış politikada
2002’den çok daha geriye gidildi. Çözüm süreci bitirildi, doğu- güney doğu kan
gölüne döndü. Hem Türk hem Kürt ırkçılığı hortlatıldı. Hemen her sınır
komşumuzla kavga etmeye başladık… Katı laik hükümetlerin bile yapmadığı şekilde
Ortadoğu ziyaretlerinde laiklik tavsiye edilmeye başlandı… Ortadoğu’da oluşan
ayaklanmaları kimlerin başlattığı ve sonucun nereye varacağı düşünülmeden
bunlara destek verildi… Kemalizm açılımı yapıldı; çarşaflı kadınların Anıtkabir
ziyaretleri, M. Kemale mersiyeler düzmeleri şaşkınlıkla izlendi. Ve önce alttan
alta daha sonra da 15 Temmuz bahanesiyle aleni şekilde İslami faaliyetler
engellenmeye başlandı ve özellikle cemaat çalışmaları yapanlara adeta savaş
açıldı. On binlerce insan bir damga vurularak cezaevlerine dolduruldu. Sadece
İslami kesime değil, muhalif olan kim varsa bir bahane bulunarak susturulmaya,
sindirilmeye çalışıldı. Tüm bu zulümlerden milyonlarca insan etkilendi ve
özellikle sosyal medya aracılığı ile yapılan zulümleri ve kadınların,
çocukların, ailelerin dramlarını duymayan kalmadı. Bir de üstüne üstük patlayan
ekonomik kriz, halkın tüm diğer yanlışları görmesini ve partiden de uzaklaşmaya
başlamasını sağladı. AKP, artık ciddi
anlamda, liberal aydınların ve muhafazakar halkın desteğini kaybetmeye başladı.
Son dönem, dindar görünmek için yapılan büyük camiler ve güçlü görünmek için
yapılan devasa saraylar, halkın teveccühünü yeniden kazanmalarına yetecek gibi
görünmüyor. Hatta tüm bu harcamalar da halk tarafından yavaş yavaş da olsa
konuşulmaya/ eleştirilmeye başlandı.
HOCALAR
‘Doğruyu konuşamıyorsan da yanlışı övme!’
Bu süreçte kaybedenler güruhunun yine önde gelenlerindendir
hocalar… Maalesef ‘kıyamet hacıdan-hocadan kopar’ sözünü yaşattı bazı hocalar…
İslami kesimin, ülkemde adeta kıyameti yaşadığı şu dönemin en etkili
mimarıdır(!) hocalar… Yapılan yanlışlara sessiz kalanlar; iktidara bil fiil
destek olanlar; ateşli konuşmalarla halkın teveccühüne iktidar lehine yön
verenler; iktidarın yanlışlarını zorlama fetvalarla kamufle edenler; hızını
alamayıp Kemalistlerden daha fazla devletçi olup derin devlete dahi methiyeler
düzenler… Halka, davası-hedefi olmayan; mıymıntı; yanlışa yanlış demeyen;
münkere muhalif olmayan; her türlü zulme rıza gösteren, adeta afyon vazifesi
gören bir din anlayışı kazandıranlar… İslam’ın yüz karası, insanları dinden-
imandan soğutan hocalar…
Peki, İslami ilimleri okuyan, hatta bu ilimlerin kitabını
yazan bazı hocalar nasıl ve neden bu hale geldiler? Birkaç negatif sebebi
yazmaya çalışalım:
Devlet ricaline yakın olmak. Bir alim/hoca şayet
siyasetin maşası olmak istemiyorsa, İslam hukukunun olmadığı veya İslam
hukukunun göstermelik olarak işlediği bir sistemde, devlet ricalinden ve teklif
edilen makamlardan fersah fersah uzak durmalıdır. Bazen İslam namına bir fayda
elde etmek için bazen de şahsi menfaatleri gereği devlete yakın duran hocalara
sistem, bir süreliğine bazı kolaylık ve menfaatler sağlayabilir. Ancak ‘kaz
gelecek yerden tavuk esirgenmez’ mantığıyla hareket eden güçler, verdikleri 1
imkânın karşılığında 10 taviz koparmayı ihmal etmeyeceklerdir.
Devletçi bir anlayışa sahip olmak...1 Devletin
bekasının, adaletin bekasının önüne geçmesi; devletçiliğe kurban edilen
adalet, merhamet anlayışı… Buna ‘Emevi dönemi mantığı’ diyebiliriz. İslam
tarihinin kara dönemi diye bildiğimiz okuduğumuz Emevilerde ‘devletin bekası
için her şey meşru’ mantığı saltanat sisteminin yerleşmesine sebep olmuştur. Ve
devlete zerre dokunan alim-avam kim varsa ağır bedeller ödetilmiştir. O dönem
İmamı Azam gibi bazı alimler, canları pahasına da olsa, bu kendi din anlayışını
dikta eden ve ulemadan da bu anlayışı onaylamasını isteyen devlet ricaline
karşı mücadele etmişlerdir. Ancak dönemin bazı alimleri sessiz kalarak,
bazıları da maalesef iktidarla iyi geçinme yoluna giderek bir nevi yapılan
zulümleri ve bozuk/resmi din anlayışını onaylamış oldular. Alimler/Hocalar açısından
bugün de devlete, devletin politikalarına, din-devlet ilişkisine bakış
anlamında tarihe geçecek durumlar yaşanıyor. Tarih bu hocaları da gerek
devletin dine verdiği zararlara sessiz kalmaları, gerekse de beka
gerekçeleriyle adaleti hiçe sayanlara sessiz kalmaları sebebiyle kara sayfalara
yazacak; yazdı.
Hocalarımız şunu unutmamalı adalet olmadan devletin bekası sağlanamaz;
adaletsiz beka anlayışı devletin değil menfaatperest yöneticilerin bekasını
sağlayacaktır… Bir de can alıcı soru ‘hangi devletin bekası? Devlet İslam mıdır
ki…’ Müslümanların yaşadığı bir devlet, eğer saltanata/ diktatöryaya
evrilecekse ‘beka vs.’ gibi söylemlerle hocaları kendisine biat ettirir.
Hocalar -esasında Emeviden kalma- İslam/devlet geleneği zannedilen, devletin
bekasını adaletin dahi önünde tutma anlayışının İslami olmadığını
bilmelidirler… Ve yine bilmelidirler ki! Hocaların zulme sessizliği zorbaların
elini güçlendirir; mücadele edenlerin ise gücünü ve tesirini kırar… 21. yüzyılda
Yezid zihniyetinin temsilcileri yeniden hortladı; şayet Hüseynî duruş
gösterenler veya İmamı Azam tavrı koyanlar çıkmazsa, yarınımız bugünümüzden
daha berbat olacak gibi görünüyor.
Dava adamı olamamak. Dava adamı olmak başka bir şey;
ilim adamı olmak başka bir şey. Hocalarımız Tevhid davasının adamı olmazlarsa,
sahip oldukları ilim onları başka bir şeylerin adamı olmaktan
kurtaramayacaktır. Davası olan insan sağlam olur, savrulmaz. İlim/ fıkıh
elbette olmazsa olmazdır ancak eğer inandığınız ve uğruna can vereceğiniz bir
davanız olmazsa, o ilmi yeri /zamanı geldiğinde hakkaniyetli ve kitaba uygun
bir şekilde kullanamazsınız. İlim, dava yolunun en önemli aracıdır.
Korkaklık. Cesaret âlimlerde olması gereken temel
özelliklerdendir. Eğer bu özellik olmazsa, ilmin ona söylediği duruşu
gösteremez ve bu korkaklıktan kaynaklı suskunluk hali, halk nezdinde ikrar
kabul edilir. Toplumun en cesurları âlimler olmalıdır. Âlimi korkak bir ülkede
önce korku toplumu oluşur ve akabinde bu korku toplumunun üzerine, korku
imparatorluğu kolayca bina edilir.
Özgüven sahibi olamamak. İslam âlimine dini, davası
ve medeniyeti özgüven kazandıracaktır. Mensubu olduğu dinin medeniyetine, bu
medeniyetin, dünyanın içine girdiği çıkmazlardan kurtuluşu sağlayacak,
alternatifsiz tek medeniyet olduğuna inancı tam olmalıdır. Bu inanç, özgüven
kazandırır ve batı medeniyetine karşı kompleksli yaklaşımlardan kurtarır ve
çağın rüzgârından savrulmadan sapasağlam kalmayı sağlar. Bazen teknolojinin,
modernitenin bazen de ideolojilerin, felsefenin rüzgârı çok kuvvetli estirilir.
Hocalarımız, İslam hâkim olsun- olmasın her durum, şart ve ahvalde özgüven
sahibi olurlarsa, moderniteden de fikri akımlardan da etkilenmeden ‘tek hak
İslam’dır; İslam’ın hayat tarzıdır, İslam’ın medeniyetidir’ diye haykırmaya
devam ederler.
Belli ilkelere ve kriterlere göre hareket etmemek.
Bir âlimin dayandığı sabit ilkeler olmazsa siyaset rüzgârından ister istemez
etkilenecektir. İlkeler insanı yanlış yapma noktasında durdurur. Türkiye’deki
hocaların temel problemlerindendir ilkesizlik. Eğer bir yol haritanız ve
seyrettiğiniz yol üzerinde sizi yönlendirecek uyarı işaretleriniz/
kurallarınız/ ilkeleriniz yoksa, sonunda nereye varacağınız ve ardınızdan
gelenleri de nereye götüreceğiniz belli değildir. Sürprizleri olmayan, sapmaya-
uçurumdan yuvarlanmaya müsaade etmeyen bir metotla hareket edilmek zorundadır.
Bunu sağlayacak ve büyük yanlışlar yapmama noktasında insanı durduracak şey
ilkelerdir.
Hocaların gerçek bir cemaat çalışması yapmayı göze
almamaları psikolojik etken olarak karşımıza çıkıyor. Bugün birçok hoca
düzenli- teşkilatlı ve hayırlı sonuçlar almaya dönük bir çalışma ortaya koymayı
göze alamıyor. Bunu göze almak elbette zordur ve bu işler sıkıntılıdır. Hal
böyle olunca, böyle bir emeğin ve sıkıntının içerisinde olmayanlar, birçok
noktada ideallerden ve ilkelerden daha kolay vazgeçebiliyorlar. Bir çalışmaya
emek vermek, o emeğin ziyan olmaması için de çaba göstermeyi sağlar. İşte
‘cemaatleri bitirme projeleri’ yapılan ülkemde, ciddi anlamda cemaat çalışması
yapmayanlar, bu projelerin vahametini anlamadılar ve bu projeleri yapan derin
güçlere seslerini çıkarmadılar.
Aydın bir kafaya sahip olmamak. Hocalarımızın sadece
İslami ilimleri bilmesi, siyaset ilmini bilmemesi gerek kendi üzerlerinde
gerekse de din, memleket ve ümmet üzerinde oynanan oyunları çözmesine yeterli
olmayacaktır. Bu yetersizlik durumu, birçok konuda aldanmayı, yanlış kararlar
ve tutumlar almayı sağlayacaktır ki bu durum onun tuzağa düşmesi/düşürülmesi
durumudur. Aydın- âlim bir hoca hazırlanan tuzakları önceden görebilir ve kolay
kolay aldanmaz.
AYDINLAR
‘Takke düştü kel göründü; gözlük düştü kör göründü’
Zulme ses çıkarmayan, mazlumlara sahip çıkmayan, iktidarın
sağladığı bir takım imkanlarla kendilerini kaybeden hocalar, iktidar güç
kaybetmeye başlayınca, bazı hataları görmeye ve eleştirmeye başladılar. Bunlara
‘takke düştü kel göründü’ yani ‘siz gücün kulu-kölesiymişsiniz, bu ortaya
çıktı’ diyoruz… Tabi bunların
vesilesiyle hocalığın da İslamın da itibarı zedelendi… Bugün gelinen noktada insanlara
İslam’ın ne olduğunu anlatmaya çalışırken ne olmadığını da anlatmak zorunda
kalıyoruz. Böyle hocalar, İslami duyarlılığı olan samimi insanlar için utanç
sebebidir…
Maalesef aydınlarımız için de durum pek farklı değil. Bir
toplumun aydını, İslamcı olsun olmasın, zulme, otoriterliğe, diktatöryaya
muhalif olur. Hatta bazı aydınlarda muhalif ruh ve özgürlükçü anlayış öyle
baskındır ki, iyi şeylere bile muhalefet edebilir; her konuda özgürlük
diyebilir. Bizde, hatta tüm Ortadoğu coğrafyasında, her cenahta hakiki ve
hakkaniyetli aydın kıtlığı mevcut. Her cenahın aydını kendi adamı başa
geçtiğinde muhalefeti, sorgulamayı bırakıyor…
Bir ülkenin gazetecileri, akademisyenleri, sanatçıları yani
aydınları konuşması gerekirken susuyorsa, ‘devletin bekası’ vs. teraneleriyle
haksızlıklara, zulümlere sessiz kalıyorsa, bunlara ‘aydın’ denilemez. Bunlar
kuru gazeteci, kuru akademisyen, kuru sanatçıdır. Batıla, zulme, işkenceye
muhalefet etmeyenden
aydın mı olur!
Mevzumuz kaybeden kesim diye nitelendirdiğimiz İslami kesim
olunca, yaşadığımız bu süreçte gazetecilerin trolleştiğine; otoriteye bırakın
zerre muhalefet etmeyi veya nötr kalmayı, iktidarı ve kendi köşelerini-
ikballerini muhafaza için, kalemlerini iftiralar atmak için kullandıklarına
şahit olduk. Kalemin namusudur doğruları yazmak; kalemin namusunu kirlettiler.
Utanıyoruz bu sözde aydınlardan. Onlardan beri olduğumuzu söylüyoruz.
Ehliyetsiz kaptanın kullandığı geminin batmakta olduğunu gören ve gemiyi terk
etme telaşına giren ve bu arada kaptana /mürettebata veryansın edenleri duymak
dahi istemiyoruz. Onlara ‘gözlük düştü kör göründü’ diyoruz. Yani yıllarca
iktidarın hatalarını görmezden geldiniz; destek vermeye devam ettiniz… Şimdi
iktidar güç kaybetmeye başlayınca ‘görememişiz; hata yaptık’ diyorsunuz… Siz bu
toplumu aydınlatan/ uyandıran değil, bilakis karanlıklara sürükleyen, uyutan,
aydın olmayan ancak aydın geçinen varlıklarsınız, diyoruz.
Kaybedenlerin bir kısmı bunlar… Bir de kaybeden bir kitle
var ki, o da körü körüne rüzgarın, gücün arkasından sürüklenen dindar halk
kitlesi. O konu da uzunca bir konu olduğu için, burada değil ayrı bir yazı
olarak ele alacağız inşallah.
Kaybedenleri anlattığımız bu yazıya mukabil bir de hapsedilmesiyle
ülkemin kayıplar yaşadığı bir dava adamı var ki; o da Alparslan Kuytul Hocam.
Onu anlattığım bir yazımın linkini vermeden yazıyı tamamlamak istemiyorum. ‘Bir
aydın-âlimin hapsedilmesiyle ülkem kaybediyor’2 yazısı…
1-
Bu konu çok derin ve uzun uzun anlatılınca daha
net anlaşılacak bir konu. Ancak biz konuyu fazla uzatmamak için önemli birkaç
noktaya değinip özet geçeceğiz…
2 2 - http://rumeysasarisacli.blogspot.com/2018/11/bir-aydin-alimin-hapsedilmesiyle-ulkem.html
Kaleminize sağlık
YanıtlaSilAllah sizleri bu ümmetin bu müslümanların başından eksik etmesin sn. Hocahanimefendi...
YanıtlaSilKaleminize sağlık hocam
YanıtlaSilAllah razi olsun Hocam emeginize saglik
YanıtlaSilAllah razı olsun hocam inşaallah kaybedenler neleri kaybettiklerinin farkına varırlar
YanıtlaSilAllahrazı olsun hocam
YanıtlaSilAllah razı olsun hcm emeğinize sağlık.
YanıtlaSil