İbn Arabi Endülüs’te bir limanda,
gemiye yük taşıyan hamalları görür. Hamal başı çuvalları taşıyanlara hitaben
‘Ahmet çuvalı siyasetle ver; Mehmet çuvalı siyasetle tut; Hasan çuvalı
siyasetle indir’ diye seslenir. İbn Arabi merak eder ve hamal başına sorar:
‘çuvalı siyasetle tutmak ne demek? Hamal başı cevap verir: ‘çuvalı deldirmemek
demek’.
Bir çuval un ziyan olmasın diye
siyasetle taşınır da insan, toplum, ülke ziyan olmasın diye siyasetle hareket
edilmez mi? Edilmeli; edilmek zorunda!
O halde siyasetin tanımını
yeniden yapalım ve ona göre bugünkü siyasilerin, siyasal erkin yaptıklarının
siyaset olup olmadığını değerlendirelim.
Siyaset, verilen görevi emanet
bilerek, kırıp dökmeden, bozmadan, zarar vermeden taşımak; itinayla, akıllıca
hareket etmek demektir. Bu tanım üzerinden gidersek bugün topluma ve ülkeye
envai çeşit zarar verenlerin siyasetle hareket etmedikleri anlaşılacaktır.
Ancak ‘siyaset’ kelimesi/kavramı öyle yanlış bir şekilde yerleşmiş ki dilimize,
o yerleşik anlamdan kurtulamıyoruz. O nedenle yukarıdaki İbni Arabi örneğinden
giderek tanımını yaptığımız siyasetle, bugün anlaşılan ve de pratize edilen
siyasetin arasını kavram yollu ayırmak gerekiyor. Tanıma uyan siyasete ‘müspet
siyaset’, uymayana ‘menfi siyaset’ diyelim.
Müspet ve menfi siyasetin ne
demek olduğunu, bir örnek üzerinden giderek, çok anlaşılır ve net bir şekilde
anlatan, harika bir hadis var. Efendimiz (sav) şöyle buyurur: ‘İnsanlar bir
gemide yerlerini almak için kur’a çektiler; bir kısmı alt kata bir kısmı üst
kata yerleşti. Alt kata yerleşenler su almak için üst kata çıkıyorlardı. Bir
gün dediler ki: Biz su için sürekli sizi rahatsız etmek istemiyoruz, kendi
yerimizde alt katta, geminin tabanında bir delik açsak ve suyumuzu oradan temin
etsek, hem size de rahatsızlık vermemiş oluruz… Eğer üst kattakiler alt
kattakilere engel olmazlarsa hep beraber helak olurlar. Fakat yukarıdakiler
alttakilerin ellerini tutup engel olurlarsa, üsttekiler de kurtulur alttakiler
de…
Hadiste
aynı gemide yaşayan 2 farklı topluluktan bahsediliyor. Menfi siyaset yoluyla gemiyi
delmek isteyenler ve müspet siyaset yoluyla onlara engel olması gerekenler…
Gemiyi delmek isteyenlerin geminin tabanını kendi malı gibi görüp dilediğini
yapma pervasızlığının yanı sıra gayet iyi niyetliymiş gibi görünme durumları
var. Menfi siyasetin tipik bir örneği sayılabilecek bu örnekte bu siyasetin
sinsiliği ortaya çıkmaktadır. Yani vereceği zararı faydaymış gibi gösterme ve kendini
buna hak sahibi görme sinsiliği…
Menfi Siyasetle Eline Baltayı Alanlar
Bugün ülkemizde menfi siyaseti
adeta şiar edinmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Birileri gerçekten baltayı eline
almış ve gemiyi delmeye başlamış durumda. Öyle pervasızca, akılsızca, delice
hareket ediyor ki ne yaptığının farkında dahi değil. Laf- söz dinlemiyor. Hatta
baltayı bir gemiye, bir uyaranlara sallıyor. ‘Benim yetkim var, halktan onayım
var, dilediğimi yaparım!’ diyor... Baltayı ‘Yetişin Ey Türkler! Diyerek ırkçı
söylemlerle sallıyor. Bir taraftan gemiyi, bir taraftan insanları bölüp-
parçalıyor… Geminin üst katında olanların işi hayli zor… Bir taraftan gemiyi
deldirmemek bir taraftan da bizzat zarar görmemek gerekiyor. Mümkün mü? Böylesi
bir mücadelede, yara almamak mümkün gibi görünmüyor.
Yani ülkemiz açısından ciddi bir
beka sorunuyla karşı karşıyayız. İçinde bulunduğumuz gemi delindi ve su
alıyoruz. Gemiyi bizzat delenler, onları tezahüratlarla cesaretlendirenler,
onların baltasını bileyleyenler, kurtarıcı gibi görünüp arka planda
destekleyenler, gemiden çoktan vazgeçip filoları hazırlayanlar, olan biteni
sessizce seyredenler ve bir de gemiyi delenleri gemiyi tamir ediyor zannedenler…
Hepsi bu işin içinde... Organize bir durumla karşı karşıyayız ve mesele hayat-
memat, fena- beka meselesi…
İşte bu menfi, zarar veren,
yıkıcı siyasetten, bu siyasetle Şeytana pabucu ters giydirenlerin şerrinden ‘euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyaset’ diyerek Allah’a sığınır
Bediüzzaman. Biz de onların şerrinden Allah’a sığınıyoruz. Ancak sadece böyle
bir sığınma duasıyla işimizin bitmediğinin de farkındayız.
Müspet siyasetle hareket edip
onların hamlelerine karşılık, su alan toplum gemisinin deliklerini her ne
pahasına olursa olsun kapatmak; yıkıcı siyaseti ifşa etmek; ‘işte bunlar gemiyi
deliyor!’ diye ilan etmek ve ahaliyi uyandırmak gerekiyor. Başka çare yok! Evet,
işimiz zor, çok ve acil! Acele edilmezse, geminin su aldığını görmeyen, üst
katta emniyette olduğunu zannedenler uyandırılmazsa, hep beraber batmak
kaçınılmaz son. Hatta belki de gemiyi batıranlar kurtulacak –ki onlar tedbirini
almışlardır- mücadele etmeyenler ve mücadele edenlere destek vermeyenler veya
mücadelede yalnız ve yetersiz kalanlar kurtulamayacaklar.
İş Şirazesinden Çıkmış Durumda
Devlet ve onun idaresi emanettir.
Ve bugün emanet, ehliyetsiz ellerde ziyan edilmektedir. Memlekette iş şirazesinden çıkmış durumdadır. Menfi
siyasetin bulaştığı her iş, her kurum iflasın eşiğindedir. Siyasilerin verdiği
zararları bertaraf etmeye çalışan hocalar ve aydınlar da engellenmeye çalışılarak, adeta devlet/güç hepten zayıflasın, memleket iflah olmasın
istenmektedir.
Bediüzzaman menfi siyasete
‘canavar siyaset’ der. Bugün yargıya bulaşan canavar siyaset adaleti
bitirmiştir. Adaleti sağlamada zaten yetersiz ve problemli olan kanunlar -beşerin
insana dair yetersiz bilgisinden dolayı- menfaatperestlerin elinde daha da
ucube, lastik gibi sündürülen veya birilerinin sopa gibi kullandığı bir araca
dönüştürülmüştür. Binlerce insanın hayatı bu adaletsiz, merhametsiz, yıkıcı, canavar
siyasetin eliyle yok edilmektedir. Yara alan geminin yara alan yolcuları en
çok da ‘Adalet! Özgürlük!’ diye feryat etmektedirler. Seyirciler… Ah o
seyirciler… Onlar iflah olur mu? ‘Sessiz kalırsam bir de kulaklarımı tıkar
hayatıma bakarsam kurtulurum’ zannedenler… Onlar kurtulur mu? Hayır, onlar da
kurtulamayacak! Bu gemi batarsa kimse kurtulamayacak!
Hadiste
gemiyi batırmaya çalışanların bunu su’dan gerekçeler öne sürerek ve esasında kendi
çarklarını döndürecek suyun peşinden giderek yaptıklarını anlıyoruz. Bunlar
kendi ikballeri için memleketin istikbalini yok etmeyi göze alacak kadar
dünyanın makamına, malına yani metaına gözlerini dikmiş insanlardır. Makam
sevgisi, rahata düşkünlük, lüks hayat, israfta sınır tanımazlık, aile- akraba
kayırma yollu işi ehliyetsizlere verme özellikleri bunların bariz
özellikleridir. İşte bu özellikler devletin deniz gibi olan kaynaklarını
kurutmaz mı? Sosyo-ekonomik dengeyi, sosyo-psikolojik dengeyi bozmaz mı? Hepsini
yaptı. Devletin malı deniz kuruyor; toplumsal tüm dengeler bozuluyor.
Aynı Gemideyiz
Bugünlerde 19 Mayıs’ın yıldönümünden dolayı,
Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuruna ve Kurtuluş savaşı ruhuna atıfta bulunularak
‘100 yıldır aynı gemideyiz’ güzellemeleri yapılıyor. Gemiyi delenler ve
esasında delmeye devam edenler, ‘gemimizi deliyorlar’ diye feryat ediyor ve suçu
da dış mihraklara yüklüyorlar. Gemiyi delenleri –Kurtuluş savaşı benzetmesiyle-
İngilizler, Fransızlar gibi göstermeye çalışarak geminin içindeki düşmanı, alt
kattakileri, yani kendilerini kamufle etmeye çalışıyorlar. Bir taraftan gemiyi
delmeye devam ediyorlar, bir taraftan başka siyasileri de yanlarına alıp birlik
beraberlik pozları verip ‘problem yok, ayaktayız’ mesajları veriyorlar. Su alan
bir gemide bu mesajların anlamı da faydası da yok!
Bu arada ‘100 yıldır aynı
gemideyiz’ sözünü düzeltelim. Bu topraklarda, 100 yıldır değil 1000 yıldır aynı
gemideyiz.
Evet, aynı gemideyiz ve bu gemi
kesinlikle birilerinin tekelinde değil; olamaz! Hiçbirimizin ‘ne halleri varsa
görsünler, kendi başlarını yesinler’ demek gibi bir lüksümüz de yok! Çünkü aynı
gemideyiz; aynı gemideyiz! Onların pervasızca deldikleri gemi bizim
bulunduğumuz gemi olmasa, arsızın- hırsızın bir araya geldiği bir korsan gemisi
olsa, onlar ayrı biz ayrı gemilerde olsak bile, şayet bulundukları gemide
masumlar varsa yine gücümüz yettiğince mücadele etmemiz gerekir... Ama durum
bunun ötesinde; aynı gemideyiz… Bu gemiye de arsız- hırsız dolmuş ama
milyonlarca da masum var.
Peki, ne yapacağız? Müspet
siyasetle hareket edip, menfi siyasetle mücadele edeceğiz. Öncelikle gemiyi delenleri ilan edeceğiz.
Mıymıntı Müslüman olmayacağız. Siyaset bileceğiz... ‘Siyasete karışmayın’
diyenlere, yaptığımız müspet siyasetle cevap vereceğiz. Çuvalı deldirmeyeceğiz;
gemiyi delenleri görmezden gelmeyeceğiz. Tevhidin bize öğrettiği gibi, bütün
zarar vericilere ‘LÂ- HAYIR!’ diyebilmeyi başaracağız. Ve Alparslan Kuytul Hocam
gibi ‘Kral çıplak!’ diye haykıracağız.
Tebrik ederim Türkiye 'deki içinde bulunduğumuz durumu sizin gıbı hiç bir gazeteci ve aydın açıklayamazdi
YanıtlaSilHerhalde saygılar selamlar Allah'a emanet
Kaleminize yüreğinize sağlık yazınızı hayranlıkla okudum Rabbim İlminizi arttırsın
YanıtlaSilKaleminize vedilinize saglik Allah razi olsun
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş hocam . Yüreğinize sağlık .Rabbim kaleminize kuvvet versin inşallah.
YanıtlaSil" Geminin Neresindeyiz? " İsimli bir kitap okumuştum hocam. Beklentili aldığım kitabın bitiminde hocamın Öncü Nesil konferansını dinleyerek yazdığını zannedip içi boş yazanlara içten içe atıfta bulunmuştum. Bu yazıyla bir kitabın anlatamadığını anlattınız , adı olan ama cesareti olmayanların yazamadıklarını yazmışsınız. Aynı gemide sizinleyiz inş. Öncü Nesil olarak bu gemiyi deldirtmeyeceğiz...
YanıtlaSilKaleminize ve yüreğinize sağlık . Durumu çok güzel analiz etmiasiniz . Analız etmekle kalmayıp çözüm de sunmusunuz . Yazılarınızın devamini merakla bekliyorum ..
YanıtlaSil