DAVANIN ADAMLARI
İnsanoğlunun fıtratına, bir ideal uğrunda çabalama isteği
ilham edilmiştir. Ancak bu fıtrî isteği gayr-ı fıtrî davalara yönlendirerek,
ideolojileri, malı, makamı, şöhreti, nefsi, şeytanı veya herhangi bir insanı
dava edinenler türemiştir. Dünyada tüm bunlar uğrunda, insanın en kıymetli
sermayesi olan ömrünü seferber eden muazzam yığınlar mevcuttur. Rabbinin
gönderdiği davayı dava edinmeyen insanın, neyi veya kimi dava edineceğini
kestirmek gerçekten mümkün değildir. Tüm bu yalan-yanlış davalara ömür
verenler, adananlar, esasında ömürlerini çar-çur eden insanlardır.
Allah Azze ve Celle, insanoğlu yanlış davalarla, kendine
verilen ömür sermayesini, kendi elleriyle ziyan etmesin diye, ona bir görev
yüklemiştir. Kur’an’ı açıverdiğimizde bizi karşılayan Bakara Suresi’nin ilk
bölümlerinde bu görev, çok açık bir şekilde hatırlatılır. Rabbimiz insana,
“halife” diye hitap eder. Halife; Allah’ın adına Allah’ın davasını yeryüzünde
hâkim kılma misyonuna sahip olan kişi demektir. İşte Rabbimiz Teâlâ, bütün
peygamberlerin getirdiği ‘tevhid davasını’ hâkim kılma görevimizden dolayı,
bize bu sıfatı vermektedir. Allah’ın insana yüklediği dava, TEVHİDDİR; bu
davayı yüklenen, cânı yürekten kabul eden insan da Allah’ın nazarında halife yani;
gerçek bir DAVA ADAMIDIR. İşte bu dava adamının özellikleri ve görevleri…
Dava adamı hiçbir zaman, sadece kendisinin kurtuluşu için
çalışmaz. O, bütün insanlığın kurtuluşu için ulvî bir görev ve ulvî bir hedefe
sahip olduğunun farkındadır. Bu özellik onun en bariz özelliğidir. Bu noktada,
“Fitne kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın”1 ayeti
ise, şiarıdır. Bütün dünyayı hedef olarak gösteren Rabbimiz, hedefin
büyüklüğünü bildirerek, dava adamının dur durak bilmeyen bir enerjiye sahip
olması gerektiğini öğütlemektedir. Evet, dava adamı da insandır ve yorulur; ama
durmaz. Onun yorgunluğu durduran bir yorgunluk-nefsî bir yorgunluk değil,
insanî bir yorgunluktur. Rabbimiz dava adamının en önemli vazifesi olan ‘insan
kazanma’ vazifesine “Akabe, yani; sarp yokuş”2 der. Yokuş çıkanın yorulması
normaldir ama durması, normal değildir.
Dava adamı, bir iş olduğunda ‘Ben mi yapacağım?’ demez;
‘Nasıl yapacağım?’ diye düşünür. Yani, iş insanıdır, laf insanı değil. İş
kaçkınlarının, yapacağı işi sınırlayanların, ‘bu da benim işim mi?’ diye iş
beğenmeyenlerin hat safhada olduğu şu zamanda, iş yapan adam olmak elbette bir
marifettir. Bu marifet, bu davanın adamlarında mevcuttur.
Dava adamı, bu davanın delisidir. Sahabe gibi… Hani Hasan
Basri der ya: “Siz onları görseydiniz bunlar delidir derdiniz.” Deli gibi
koşuşturan, deli gibi Allah yolunda infak eden, deli gibi tehlikelerden
korkmayan, deli gibi gözü kara, deli gibi gelecek kaygısı taşımayan, deli gibi
çevresine-insanlara aldırış etmeyen bir insan olmak… Bundan birkaç yıl önce
Muhterem Hocamız; “Bana bu dava için 50 deli adam, 50 deli kadın lazım”
demişti. Ümmet-i Muhammed ve hatta dünya, ne kadar da muhtaçtır bu delilere(!)
Dava adamı, derman adamıdır. Davaya kendi dert olmaz;
davanın ve dava arkadaşlarının derdini alır; yük olmaz, yük alır. Derman
adamıdır ama bir taraftan da dertlidir. Tevhid davasının hâkim olmaması, onun
en büyük derdidir. İşte öyle bir gönül düşünün ki, dert de derman da aynı
yürekte.
Dava adamı, bu davaya hem gönül hem ömür verir. Muhterem
Hocamız; ‘Hocam gönlüm sizinle’ diyenlere, ‘Gönlünü ne yapayım, bana sen
lazımsın’ der. Bu şekilde ‘gönlüm sizinle’ diyenler, esasında gönüllerini de
vermemektedir. Bir gönüle bu davanın aşkı düşmeye görsün, o aşk onu durdurmaz.
Allah’a adanmış yüreğiyle, tam zamanlı-ömürlük çalışmasıyla dava adamı, vakıf
insandır.
Dava adamı için makam- mevki, mal- mülk, şan- şöhret için
davayı ihmal olmaz. O bunların karşılığında davasını satmaz. “Allah’a
verdiğiniz sözü, az bir bedel karşılığında satmayın”3 ayetini de aklından
çıkarmaz. Davasının karşılığında dünya-âlemi verseler, hepsini ‘az bir bedel’
olarak görür; satmaz! Ama canını, cennet karşılığında Rabbine satan adamdır.
İşte bu adam… Davasını asla satmaz. Ve bu adamı… Allah’ın dışında kimse satın
alamaz.
Dava adamı, Efendimiz’in tarihi sözüyle sabrın, sebatın,
istikrarın timsali olur. “Ey Amca! Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler,
gene de ben bu davadan vazgeçmem. Ya bu dava hâkim olur; ya da ölürüm…” Ya
Rabbi bu nasıl bir kararlılık, bu nasıl bir sebat, bu nasıl bir gözü karalık,
bu nasıl bir inanmışlık! Böyle bir adam dünyaya meydan okur. Böyle bir adam,
davasını hâkim kılar. Öyle de oldu. Efendimiz’in, tuttuğunu koparmasında,
sonuca ulaşmasında bu mutlak kararlılığın etkisi büyüktür.
Dava adamı, mücadeleye ve savaşa her zaman hazır-nâzır asker
gibidir. Çünkü bu dava böyle olmayı gerektirir. Hayatın sorunlarını,
dertlerini, işini-gücünü bitirdikten sonra, bu dava uğrunda çalışmaya hazır
hale geleceğini söyleyenlerden, asla dava adamı olmaz. Çünkü ‘iş bitmez, dert
bitmez, çile bitmez, mazeretler bitmez ama ömür biter.’ Zaten, tüm bu
sıkıntıları bitirmeye çalışırken biten şeyin adı değil midir ömür?
Dava adamı idealisttir. Ancak, başarıya ulaşmak için gerekli
olan şartlar konusunda realisttir. Sayıca güçlü olmadan, özellikle de eğitimli,
fedakâr, ihlâslı insan sayısı artmadan, plânlı-programlı bir çalışma ortaya
koymadan, doğru olan yolu-yöntemi takip etmeden, başarının gelmeyeceği
konusunda gerçekçidir. Ama bu davanın bu şartlarla hâkim olacağına inancı da
tamdır. Birileri ona İslam Medeniyeti idealinin imkânsız olduğunu söyleyebilir.
O bu lafların hiç birisini tınmaz. İdeallerinin gerçekleşeceği hususunda asla
tereddüt yaşamaz. Çünkü şunu iyi bilir: İnsana hedefi belirleyen Allah, ulaşılamaz
bir hedef belirlemiş olamaz.
Dava adamı bir başarısızlıkta, bir problemde kusuru en çok
kendinde görendir. Öncelikle, başarısızlığa sebep olabilecek görünen sebeplere
bakar: ‘Nerede hata yaptım, neyi ihmal ettim?’ der. Sonra da görünmeyen, manevi
sebeplere bakar: ‘nerede hata yaptım, neyi ihmal ettim?’ der. Eksiği-gediği
bulur çıkarır ortaya. Kendini tam gören, başarısızlıktaki illeti teşhis
edemeyen adamdan dava adamı olmaz! Kabahati hep insanlarda veya şartlarda
arayandan dava adamı olmaz!
Dava adamı ‘yanmış’ adamdır. Bundan dolayı kaybedecek bir
şeyi olmayandır. Böyle birisini kim tehdit ederse etsin, böyle birisi ne ile
tehdit edilirse edilsin korkmaz, geri adım atmaz. Zaten yanmış bir adamı,
yakabilecek bir ateş var mıdır? Ve Erhamur Râhimîn Allah Azze ve Celle, dünyada
tevhid uğrunda yanan bu adamı, ahiretinde yakmayacaktır İnşallah.
Rabbim, bu kutlu davanın adamı olabilmeyi, bu dava uğrunda
yanabilmeyi, Azrail’i görünceye kadar bu dava uğrunda mücadele edebilmeyi, son
nefesinde de TEVHİD üzere ölebilmeyi ve bu davanın yükselişine az da olsa
katkıda olabilmeyi cümlemize nasip eylesin. (Âmin)
Not: Bizlere davamızı, bu davanın adamı olmanın önemini öğreten ve bu yazıyı yazmama da ilham kaynağı olan, büyük dava adamı, Muhterem Alparslan Kuytul Hocamız’dan Allah razı olsun.
1-Bakara 193
2-Beled 11
3-Nahl 95
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder