24 Eylül 2020 Perşembe

BAŞARININ ANAHTARI: İTKÂN

Görevliyiz; vazifeyi Allah’tan almışız ve bu vazife büyük bir emanet…

Rabbimiz Teala buyurur: Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik, onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular; onu insan yüklendi…

Ayette, yüklendiğimiz emanetin büyüklüğü, fevkalade ifadelerle, adeta insanın içini titretircesine anlatılıyor. Ve kaygılı her insana: Nasıl taşıyacağım? Ne yapacağım? Hadi altında ezilirsem gibi onlarca soru sorduruyor. Ancak Rabbimiz başka ayetlerde bu emanetleri taşıyacak gücümüzün olduğunu ve buna ehil olduğumuzu da bildiriyor. ‘Allah, kimseye gücünün üstünde yük yüklemez’ buyuruluyor. Bu ayetten anlıyoruz ki; insanoğluna yüklenen vazife esasında onun altında ezileceği, onu devirecek/ belini kıracak bir vazife değil. Yine başka bir ayette: ‘emaneti ehline verin’ buyuruluyor. Bu ayetle aslında bir taraftan insana nasihat eden Rabbimiz, bir taraftan da kendi ahlakını bize bildirmiş oluyor. Yani insana dünyanın küçük işlerini/emanetlerini bile ‘ehil olana verin’ buyuran, devasa emaneti ehil olana vermez mi?

O halde Rabbimizin bize yüklediği davayı taşımaya, temsil etmeye ve onun uğrunda mücadele etmeye ehil bir durumdayız. Ancak bugün baktığımızda insanlık emanetten bihaberdir; emaneti yüklendim diyenlerin hali de ortadadır. Emanetten bihaber olanları anlatmaya gerek yok… Biz bu yazımızda emanete sahip çıktığını iddia edenlere bakalım.

Bugün İslam dininin temsilcileri olan Müslümanlara baktığımızda, gerek dünyevi gerekse de islama hizmetle ilgili işlerinde, titizliğin olmadığını görüyoruz. Hatta şunu diyebiliriz ki; belki de işini en kötü yapanlar Müslümanlar. Hal böyle olunca, işlerinde en başarısız olanlar da Müslümanlar oluyor. Bunun sebebi ne? Bunun en büyük sebebi Müslümanların Kur’anın bu konudaki ilmine/ öğretilerine/ direktiflerine göre hareket etmemesi. Kur’an bir işte başarılı olmanın yolu olarak ilmi çalışmayı göstermiştir. İlim, Kuranın en çok önem verdiği konulardan birisidir; bu sebeple 900’ü aşkın yerde ‘ilim’ kelimesi geçer. Sadece bu rakamsal bilgi bile bu kitabın, mensuplarına verdiği büyük bir mesajdır…

Herhangi bir işin ilme uygun yapılıp yapılmaması, sonucu belirleyecek en önemli etken sebeplerdendir. Aslında bu gerçeği vahiy değil akıl da insana söylemektedir. Bunun farkında olan batı medeniyeti, gerek teknoloji konusunda gerekse de dünyaya egemen güç olma konusunda başarıyı bu yolla elde etmiştir.

Rabbimiz, tıpkı fizik alemindeki kanunlar gibi metafizik alemine de kanunlar koymuştur. Herhangi bir işte başarıya ulaşmanın sünnetullahı vardır ve Allah’ın sünnetullahında değişiklik olmaz. Bu sünnetullahın temel esaslarından biri; ilmi çalışmadır. Başarının ilminde/formülünde işi kitabına uygun, planlayarak, sürekli ve disiplinli bir gayret içerisinde yapmak gibi esaslar vardır. Bu formülden şunu anlıyoruz ki; bir işi güzel yapabilmek ve başarılı olabilmek için 2 temel durum gerekiyor; ilim ve düşünce.

Said Havva ‘Allah’a inanmak’ kitabında bu durumu şöyle anlatır: ‘Kuran üzerinde düşünmeye başlayan kişi, İslam’ın Müslümanlara düşünmeyi farz kılmış olduğunu anlar. İlim öğrenmek de yine her Müslümana farzdır. Düşünce ve ilim, Müslümanın şahsiyetinin iki parçasıdır. Oysa ilim ve düşünce; kafirin ya kendisiyle savunduğu bir zevki ya geçimini temin aracı, ya da bazılarında bir hevestir.’ Üstadın bu açıklamasında, Müslümanlar için, olması gereken durum anlatılmaktadır. Oysa Müslümanlar işlerini, düşünmeyi ıskalayarak yapmaktadırlar. Kendilerini düşünmeye sevkeden  Kur’anın kelamından ya habersizdirler ya da miskinliklerinden veya tembelliklerinden dolayı ilim öğrenmeyi ve düşünmeyi kulak ardı etmektedirler. Evet, düşünmek farzdır, hem de en mühim farzlardan biridir ancak, çok da zordur. Bir düşünürün dediği gibi; en zor işçilik fikir işçiliğidir. İşte bu zora gelmeyenler hayatta hiçbir konuda başarılı olamamaktadırlar.

‘Hiç düşünmez misiniz’ buyurarak Müslümanları soruyla karışık adeta azarlarcasına düşünmeye sevkeden Kur’ana mukabil düşünmeden/ kara düzen hareket eden İslam alemi son 300 yıldır; düşünenlerin elinde oyuncak olmakta, sömürülmekte, üzerlerinde plan üstüne plan uygulanmaktadır.

Bu acı durumun sebebini ve sonucunu bir başka ayette şöyle anlıyoruz: ‘… Kendinizi tehlikeye atmayın kendi ellerinizle. Yaptığınız işi güzel yapın. Muhakkak ki Allah işini güzel yapanları sever’. Ayet, eline aldığı işi güzel yapmayanın kendi elleriyle kendini tehlikeye attığını anlatırken; işi/emeği heder etmenin kişinin kendini/ ömrünü heder etmek olduğunu da anlatmış oluyor. Esasında işini böyle yapanlar arttığında, heder olan bir nesil, daha da ötesi bir ümmet oluyor. Bu ümmet, işini güzel yapmayanların sayısı arttığı için yenilmeye ve bâtıl da olsa işini güzel yapanlara mahkum olmaya başlamıştır. Burada suçlu düşman değil, kendi ellerimizle yaptığımız meymenetsizliklerdir.

Bu çağın Müslümanları Kur’anın bu konudaki direktiflerine dikkat etmedikleri gibi yol göstericileri olan Hz. Peygambere ve Onun öğretilerine de dikkat etmemektedirler. 

Hayatı boyunca yaptığı her işi en güzel şekilde yapan, Kur’anın ‘örnek insan’ diyerek övdüğü, pratik olarak ortaya koyduğu ve bize miras bıraktığı mükemmel medeniyetin önderi Hz Peygamber (sav) şöyle buyurur: ‘Allah sizden birinizin bir iş yaptığında itkân ile (sağlam ve kaliteli) yapmanızı sever’. Efendimizin hayatına, dünyayı nasıl değiştirdiğine baktığımızda yaptığı her işi itkan ile yaptığını görüyoruz. Yani bizlere her konuda örnek olduğu gibi başarısıyla da örnek olan Efendimizin başarısının sırlarından biri; itkan. Böyle kısa bir yazıda Efendimizin işlerindeki itkanı anlatmamız mümkün değil. Ancak, kısaca değinecek olursak:

PLAN VE DİSİPLİN

O yaptığı her işi disiplinle ve planla yapardı. Gerek davet hayatına gerek hicret ve cihad hayatına baktığımızda, hep bir işinde  planlamanın olduğunu ve düzensizliğe/plansızlığa zerre kadar yer olmadığını görüyoruz. Burada sadece hicretini anlatsak dahi, ne derece hassas bir planlamayla hareket ettiği görülecektir. Müslümanlar defalarca okudukları, anlattıkları hicret hadisesinde, işin zorluğunu, duygusal tarafını anlatırlar ancak, plan tarafına hiç dikkat etmezler. Dikkat etseler, hiçbir şeyin şansa bırakılmadığını, ‘kervan yolda düzülür’ mantığına yer olmadığını, her tedbir alındıktan sonra takdirin Allaha bırakıldığını görecekler ve düşünme özürlü olmayacaklardı.       

SÜREKLİ AZİM, ÇALIŞKANLIK, FEDAKÂRLIK

Efendimiz’in işlerinde itkanı sağlayan bir başka yol, azmindeki sürekliliktir. Buna disiplinli çalışma da diyebiliriz. Jules Payot İrade Terbiyesi kitabında şöyle der: ‘Araplar büyük bir imparatorluk kurdular ama korumayı başaramadılar… Eksik olan, aylarca yıllarca az ama düzenli çalışmadır. Gerçek ve verimli çalışma, enerjisi az ama düzenli olan eforla mümkündür. Böyle değilse muhtemelen tembel işidir.’ Oysa Payot’un suçladığı Arapların ve dahi şuan yenilmiş durumdaki tüm İslam aleminin peygamberi Hz Muhammed (sav), Payot’tan çok daha öz ifadelerle, bu konuda ümmetine nasihat etmişti: ‘Allah katında amellerin en makbul olanı, az ama devamlı olanıdır.’ Müslümanlar peygamberlerini her konuda, hakiki anlamda rehber edinselerdi bugün bu yenilmişlik içinde olmayacaklardı.

İŞİNİ GÖNÜLDEN (İHLASLA) YAPMAK

Bir insan bir işi gönülden yapmadıkça başarılı olması mümkün değildir. Gönülden yapmak karşılık beklemeden yapmaktır ki; bizim işlerimizde bu, dünyevi- uhrevi herhangi bir karşılık beklememek demektir. Buna Bediüzzaman teveccühü nâs der; yani insanların teveccühü, övgüsü. Hiçbir zaman insanların övgüsüne tamah etmemek… Kuranı Kerim bu konuyla alakalı tüm peygamberlerin muhatablarıyla konuşurken; ‘ben sizden de bir ücret talep etmiyorum’ dediklerinden bahseder. Beklentisiz bir ömür sürmek Efendimizin bariz özelliklerindendir. Uykusuz geçen yıllarına, her türlü zorlukla, açlıkla susuzlukla ve fakirlikle geçen hayatına, tarih şahittir. Bir insan bir işe beklentisiz, canı yürekten koyulduğunda o işe kendini tam anlamıyla verir. Bunun adı ihlastır. İşini itkan ile yapan ihlaslıdır.  

Evet, ‘gönlüm sizinle’ deyip bedenen başka alemlerde olanlar vardır. Ancak şu bir gerçektir ki kişinin bedeni gönlünün olduğu yerdedir. Diğer söz sadece yalandan ibarettir…

EHLİYET VE LİYAKAT

Efendimiz (sav) kendi işini itkan ile yaptığı gibi, bir işi emanet ederken de o işi itkan ile yapacak olana emanet ediyordu. Bu konunuda asrı saadetten örnekler boldur. Örneğin vefatından kısa bir süre önce genç sahabi Usame’yi orduya komutan tayin edince ashabın içinden bazıları: Ebu Bekirlerin, Ömerlerin olduğu bir toplulukta, Resulullah nasıl bu kadar genç ve babası azatlı köle olan birisini komutan tayin eder? Diye söylenmişti. Efendimiz bunu duyduğunda hasta haliyle mescide gitmiş ve: Siz onun babasını komutan tayin ettiğimde de söylenmiştiniz; Usame buna layıktır demişti. O, hiçbir konuda akrabalarına iltimas geçmemiş, daim ehliyete göre davranmıştır. Bugün devlet yöneticileri sadece bu kuralda bile Kurana sünnete göre hareket etseler, memleketin beli bir nebze doğrulur. Maalesef bu ayete ve Resulullah’ın net ve tavizsiz uygulamalarına rağmen, Ortadoğu ülkeleri dediğimiz ve ekseriyatının Müslümanlardan müteşekkil olan ülkelerde, akraba kayırmacılığı, ehliyetsiz ve liyakatsız insanlara emanetleri yükleme, şaşmaz bir uygulamaya dönüşmüştür. Hatta aksi olduğunda insanlar şaşırmaktadır.

Türkiyede de iktidar gücü, İslamcı kisvesindeki ehliyetsiz ve liyakatsizlerin elinde ziyan edilmekte; makamlar, ehil olanlara değil otoritenin ehlinden olanlara peşkeş çekilmekte; bu şekilde insanlar dinden imandan soğumakta ve sonuçta liyakate dikkat eden batıya hayranlık duymaktadırlar. Kimse bu durumu kınamanın edebiyatını yapmasın! İnsanları hamaset edebiyatıyla, dinde tutmanın batıdan uzaklaştırmanın mümkünatı kalmamıştır; aksini düşünen tiyatro çevirmeye devam etsin. Bu ülkenin ucuz beceriksiz tiyatroculara değil; işini itkan ile yapan, samimi, dürüst, ehliyet ve liyakat sahibi insanlara ihtiyacı vardır.   

1 yorum:

  1. Çok severek okudum yazınızı. Kaleminize sağlık. Müslümanlardaki bu rahatlıktan Rabbime sığınıyorum

    YanıtlaSil