'Eğitimli insanlar toplumlara darbe yapmaz; mühür vurur'
'Sessizlik zulmün anahtarıdır'
'Üstad! Yokluğun her geçen gün içimize çörekleniyor; varlığın tesellimiz.'
'Otursak çok şey yazacak klavyemiz de oturmaya vakit yok'
'Ellerimizin yanması yüreğimizin yanmasından daha az acı verecektir'
'Ne isim ne şöhret! Ne bilineyim ne tanınayım! Unutulayım gideyim... Ama unutulmayacak bir şeyler yapayım; bir eser bırakayım, bir iz kalsın benden bu dünyada, bir ameli salih, bir sadaka-i cariye... '
'Bitmez bizim kavgamız; çabamız da bitmeyecek!'
'Anın kıymetini bilmek, zamanı yakalamaktır'
'Her şeyde aklımızdasınız... Ayetlerde, hadislerde, olaylar da...'
'Bugün varsın yarın yok; bugün iyisin yarın kötü; bugün gençsin yarın yaşlı; bugün ayaktasın yarın yatakta; bugün yataktasın yarın toprakta.'
'Umrumda değil... Dünya umrumda değil. Bir hayatım var cevher... Çok hızlı geçiyor; işte bitiyor.'
'Bizim jenerasyon... 40 yaşlardaki kadınlar... Annelerimiz tesettürü bizden öğrendi ve bizden sonra örtündüler. Sonra çocuklarımız oldu. Korkarım onlar da tesettürü çocuklarından öğrenecek! Annemize öğrettiklerimizi çocuklarımıza öğretemedik...'
'Amatör ruh denilebilir. Bedevi ruh da kabulüm. Hatta birileri buna saflık, olmadı ahmaklık, daha ağırı aptallık diyebilir. Diyen desin ne yazar! Bu ruh devrim yapar! Bu ruh medeniyet kurar!'
Devrim yapan ruhlar: İnanmışlar, bedeviler, deliler, aşıklar, mustazaflar.
'Halavet-i hizmet ve zevkî hizmet'
'Görünmez olmayı istediğin halde görünür olmak; susmak istediğin halde konuşmak; yok olmak istediğin halde var olmak; bizimkisi zor zanaat...'
'Mücadeleyi, evime yorgun gelmeyi, Rabbim'den başka hiç kimseden korkmadan yaşamayı, davamı, davamın çilesini, merhametli olmayı, mazlumların acısına ağlamayı, doğru neyse onu yapmayı ve onu söylemeyi seviyorum... Ben böyle olmayı ve böyle kalmayı Rabbimden niyaz ediyorum.'
'Leyla olmak da boş Mecnun olmak da... Bazen bir cümleyle, bir hayal kırıklığıyla tarumar olur Leylalık. Belki bir kitabı dolduracak duyguların varken, bir cümle sana o kitabı yaktırır. Leyla olmak da boş Mecnun olmak da... İyisi mi ne Leyla ol ne Mecnun. Aşkın sahisi, temizi, vefalısı, asili, Allah aşkı. Ne güzeldir O'nun aşkı. O'nu sevmek ve O'nun da seni sevmesini istemek. Ne güzeldir gözünü gönlünü O'na(rızasına) dikip sevgisini gözlemek, ümit etmek. Ne güzeldir O'nun da seni sevmesinin mümkün olduğunu bilmek. Ne güzel... Allah insanı sever mi? Mümkün mü? Sevmez mi! Sevmeseydi koca bir kitapta insanı anlatır mıydı? Sevmeseydi insana insanı anlatan, Rabbini anlatan ve sevmeyi öğreten peygamberler gönderir miydi? Sevmeseydi bu kadar ilgilenir miydi insanla?'
'En çok da çocuklara dayanamıyorum. Bir çocuğun açlıktan ölmesinin hesabını biz toklar nasıl vereceğiz? Bir çocuğun üşümesinin, titremesinin, donmasının hesabını...
'Hala normal olma derdindeyim... Eskiden çok da dua ederdim 'hayatımda her şey normal olsun' diye...Kim böyle dua eder ki? Anormalliklerle imtihan edilecek biri bu duayı edermiş. Bu normal olma merakı benim imtihanım oldu. Ben normal olmayı istedikçe Rabbim beni anormal eyliyor. Artık anlamalıyım! Rabbim benim anormal olmamı istiyor. Neye- kime göre normal veya neye- kime göre anormal? Bu sorular işin başka bir muamması...'
'Kafamı yastığa koyduğumda günahlarımla, sevaplarımla kendim olarak uyumak istiyorum... Başkalarının istediği hayatı değil, Rabbimin istediği ve kendimin de gönüllü olduğu hayatı yaşamak...Telkin ve taltiflere aldırış etmeden, içimden gele gele yaşamak... Hani Üstad der ya: ne taltif ne tokat! Kimseden zerre menfaat beklemeden ve dürüstçe. İhlas da bu değil mi?'
' Ah bu kadınlar... Ne kadar özverili varlıklar. Çoğu kendi hayatını yaşamıyor. Hayatları eş ve çocuklarının etrafında dönmekle geçiyor. Onlarca şehre gidiyorum ve onlarla sohbetler yapıyorum. Her şehirde her sohbetten sonra musafahalaşırken kulağıma eğilip: 'Hocam ne olur eşim için dua edin... Ne olur çocuğum için dua edin...' diyen kadınlarla karşılaşıyorum; tanışıyorum. Hani mukayese belki doğru değil ama, erkeklerin bunu pek de yaptığını zannetmiyorum. Şimdi birileri, onlar da:' Hocam ne olur iş bulmam için dua edin, çoluğuma çocuğuma rızık götüreyim' diyorlar diyebilir. Doğrudur... İnsanın kendinden çok sevdiklerini düşünmesi fıtrîdir ve güzeldir. Tabi tüm bunların ötesinde yaşayanlar da vardır elbette. O konu başka...'
'Hiç estetik değilsiniz..' Bu cümleyi en az 20 yıl önce bir doçentten duymuştum. Zaman zaman aklıma gelir, gülerim. Ardından da, sonradan aklıma üşüşen ama o esnada veremediğim cevapları sıralarım.
-Olmam mı gerekiyor.
-Zaten tesettür estetiği setretmek için değil mi
-Estetik ne demek? Uyum mu? Kadının fıtratıyla tesettür o kadar uyumlu ki; dolayısıyla tesettür bizatihi estetiktir
-Estetik zerafet mi? Tesettürlü kadın zarif değil midir? Göreceli...
-Estetik güzellik mi? İman nazarıyla bakıldığında, tesettürüyle, Güzeli yani Yaradanı hatırlatan kadın en güzel kadındır'
- Bir de böyle bir laf bir bayana sarfediliyorsa, bunu söyleyen kişinin kendisi estetikten daha mühim bir erdem olan nezaketten yoksun birisidir.
'Bazıları yazar; bazıları yaşar. Aslolan yaşamaktır... Yazdığını yaşamak marifet; yaşadığını yazmak maharettir.'
'İslam cemaat dinidir... Cemaat olmak ne güzel. Safın belli, yerin belli, çizgin belli, metodun belli, hedefin belli.. Bu kadar belirginlikle kafan- kalbin net ve mutmain. Ne kadar kıymetlidir o netlik ve itmi'nan. Ana çizgin net olduğunda işin oldukça kolay. O ana caddede ama sen olarak, özgün ve özgür bir şekilde yürümek. Bir taraftan bir orkestranın enstrümanısın, bir bütünün cüz'üsün, bir eserin parçasısın, bir taraftan da sen bir esersin. Öyle olmak... Çokluğun içinde tekliği, bağlılığın içinde özgürlüğü, aynılığın içinde özgünlüğü yaşamak. Böyle olmayan üretemez, üretemeyen ne diri kalır ne diriltir.
Uyumlu olmak güçlü yapar; farklı olmak diri tutar. Hem güce hem de diri kalmaya ihtiyacımız var. Yerine göre...
'Cemaatsiz olmayı marifet zannedenler. Bir lidere ittibayı zayıflık görenler. Başı boş bir şekilde zihnen, fikren, kalben ve bedenen savrulma ihtimalini önemsemeyenler... Bazı yanlış örnekleri öne sürerek yadsınamaz doğruyu reddedenler... Hangi ciddi başarı ekipsiz olur? Hangi başarılı ekip lidersiz olur? Cemaat de bir başarı elde etmek için bir araya gelmiş sivil bir topluluktur; ekiptir. Cemaate ideali, düzeni, ciddiyeti, disiplini, başarıyı yakıştırmayanlar; dini vicdanlara hapseden vicdansızlar gibidir.
Hani bazen dayanamazsınız kerahette uyursunuz ve kalktığınızda nerede olduğunuzu, gece mi gündüz mü olduğunu, hatta bazen hangi yaşta/hangi yılda olduğunuzu bile ilk saniyelerde hatırlayamazsınız ya. Bazen öyle oluyorum. Hayatın bazı gerçekleri, kerahette yatıp uyanmak gibi sersemletiyor insanı. 'Şimdi tüm bunlar oldu mu' diyorsunuz. Sonra hızlıca her şey/ tüm başa gelenler geçiyor zihninizden ve ilk şoku atlatıyorsunuz... Bazen rüyalar daha gerçek, uyanınca hatırladığın gerçekler ise rüya gibi geliyor veya öyle temenni ediyorsunuz
Ey başkalarının hatalarını, hastalıklarını ve eksiklerini görmede çok mahir olan hipermetrop, belki de hastalığın a'zamı sendedir.Sakın kibir hastalığına yakalanmış olmayasın'
İnsan dünyaya mutlu olmak için gelmemiş belli... Ancak mutluluk arayışı -zannediyorum tek mutluluk diyarı olan Cenneti arzu edelim diye- fıtratımıza yerleştirilmiş. Hayatın geçiciliği insanı mutluluk arayışından soğutur, uzaklaştırır, mutsuzluk imtihanını katlanılabilir hale getirir. Yoksa mutsuzluğa katlanmak hiç kolay değildir. Ölümü unuttuğunuzda arayışınız devam eder. Ölümü hatırladığınızda tekrar vazgeçersiniz... Mutluluğu bulan var mı? Huzur sokağında Bilal'in doktor arkadaşı derki: 'Mutluluk piyango gibi bir şey. Çıkmışsa kıymetini bil...' Oysa piyangodan hangi ikramiye çıkarsa çıksın, gün gelir nihayet bulur. Geçmeyen/bitmeyen bir ikramiye var ki o da hakta ve o yolda mutluluğu bulma. Gerçek mutluluk, geçmeyen mutluluk, ölsen devam edecek mutluluk...
MAZLUMUN ACISIYLA CANI YANANLAR
Evimizdeyiz... Kışın sıcacık, yazın serin evimizde... Çocuğumuz yanımızda oynuyor... Akşam ne yiyeceğim kaygımız yok. Sokağa çıkınca bir kediye bakıp gülümseyebiliyoruz veya miskin bir köpekle konuşabiliyoruz... Zamanın işlediğinin, mevsimlerin değiştiğinin farkındayız, ağacı, çiçeği uzun uzun tefekkür edebiliyoruz.... Çok ciddi bir hastalığın pençesinde kıvranıpta, canımızın derdine düşmüş değiliz. Gökyüzüne bakıp derin bir nefes alınca moral bulabiliyoruz... Kendimizce bazı dertlerimiz, sıkıntılarımız olsa da 'geçer' diyoruz veya 'geçmese de sabredeceğim' diyebiliyoruz... Aslında oldukça rahatız...
Rahatız... Ama bu rahatın içinde rahatsızız Ya Rabbi. Dünyanın aç çocukları doymadıkça biz rahat etmeyeceğiz Ya Rabbi... Onlarn yüzü gülmedikçe yüzümüz gerçekten gülmeyecek Ya Rabbi... Cezaevindeki mazlum kadınlar, erkekler, gençler... İşinden günden olan kocaman adamlar... Mazlumların yüzü gülmedikçe yüzümüz gülmeyecek YaRabbi...
Allah bazı yürekleri hassas yaratmış. Benim yüreğim onlardan zannediyorum. Bundan memnunum, bunun bir nimet olduğuna inanıyorum. Ama bazen acılar bu hassas yüreklilere öyle ağır geliyor, sanki dağ gibi... Belki de ağır acıları, zulümleri bizzat yaşayan mazlumlar bizim kadar acı çekmiyor. Bilmiyorum... Rabbim'in, acıyı bizzat yaşayanın acısını hafiflettiğini, onlara bilmediğimiz yönden kolaylıklar yaşattığını zannediyorum.
Mazlumların acısıyla ilgili beni en çok rahatlatan düşünce: 'mazlumların Rabbi Allah ve onlar O'nun kulu ve onları O benden daha çok seviyor' duygusu... Bir de Rabbim iman ehlini hep ahirete yönlendiriyor. Kimbilir sabrın, cehdin karşılığını nasıl verecek ki, böyle davranmamızı istiyor. Efendimiz(sav) anlatır ya, şehit yani canını veren bile tekrar dünyaya gelmek ve defalarca canını vermek ister. Şu dünyanın en büyük acılarından birisi olan can vermeyi tekrar istemek, ahirette alınacak muazzam karşılık neticesindedir. O zaman mazlum mümin için ne gam; ne keder! İşte bu durumlar yüreğimizin acısını hafifletiyor...
Bu Kadar Bencil Olma!
Bizim cenahın bazı grupları, zerre kadar ümmet ve kardeşlik şuuruna sahip değil. Varsa yoksa kendi dertleri.Eskiden de öyleydiler. 'Tek hak biziz' diyorlardı. Şimdi de adeta 'tek mazlum biziz' diyorlar. Suriye'de veya bir başka İslam coğrafyasında yaşanan bir zulmü paylaşsak veya lanetlesek hemen altına 'önce kendi ülkenizi görün' mesajlarını atıyorlar. Evet ben de biliyorum önce kendi ülkemizin mazlumlarına sahip çıkmalıyız. Zaten de sesimiz ve gücümüz ancak kendi ülkemize ulaşır... Zaten de en çok ülkemizin dertlerine dönük yazıyoruz, çiziyoruz... Ancak bir başka coğrafyadaki mazlum kardeşime bir duayla da olsa destek veremez miyim; ona zulmeden zalimi lanetleyemez miyim. Böyle olmazsam onlarla kardeş olduğumu ve bir vücudun azaları gibi olduğumuzu nasıl hissederim? Kimse kusura bakmasın bu ahlak, hem gayrı İslami hem de gayrı insani bir ahlaktır.
En son Mursi ile ilgili paylaşımları eleştirmeye başladılar. Onlara şunu söylüyorum:
Mursi'ye sahip çıkanı eleştirme; sana sahip çıkmayanı eleştir! Sen de, Mursiye' de tüm mazlumlara da sahip çık! Bu kadar bencil olma! Belki de şifân burada! 'Müminin mü'mine duası şifadır'
'Bazı insanlar kendilerine verilen değerin ve bu değerin neden verildiğinin farkında değil. Bu ahlak, kadir- kıymet bilmezliği getirir ve böylece değeri düşürür. Bazı insanların bizzat kendileri değerlidir. Ancak insanın değeri muhafaza etmesi ve de arttırması kendisine değer veren insanlarla mümkündür. Nice yetenekli insanların kıymeti bilinmemiştir ve silinip gitmişlerdir. Yetenek bir nimettir; yeteneğin kıymetinin bilindiği ortamı bulmak da bir nimettir. Değerli olmak nimettir; değerini bilen insanların arasında olmak da nimettir.'
'Oğlum, kalemle boyadığı duvarı gösterip - Anne bu leke neden geçmiyor? Neden geçmiyor bu leke anne? diye defalarca sordu. - Oğlum geçmeyen lekeler vardır. O boya geçmeyen türden. Geçmeyen boya ne ki! Hayatta geçmeyen yaralar bile var. Bir türlü geçmeyen ve geçmeyecek olan yaralar... Sadece izi değil acısı da geçmeyen, insanla mezara kadar gidecek yaralar; imtihanlar... Varsın geçmesin onlar. Belki de Yaradan'ın bizden geçmediğinin emaresidirler. Kimbilir belki de öyledirler... Öyleyse güzeldirler; geçmesinler...'
Yine lila rengi çiçekler açmış yol kenarındaki ağaçlar... Bir yıl dört mevsim geçmiş, yine gelmiş ilkbahar... Tayin edilmiş bir zaman geçecek, kim bilir kaç yıl veya kaç mevsim... Veya zaman geçmeyecek, yine açacak lila renkli çiçekli ağaçlar; ama ben göremeyeceğim... Bir zaman daha geçecek, yine bahar gelecek, ağaçlar çiçek açacak ama sen göremeyeceksin. Lila renkli çiçekli ağaçlar ne ki dünya duracak, mevsim dönmeyecek, zaman geçmeyecek; anladın mı! Dünya duracak benim için, senin için... İnsanın kendi ölümü dünyanın durmasıdır. Her gün kaç kişi ölüyorsa, dünya o kadar duruyor. Alem olan insanın ölümü alemin durması oluyor; defalarca kıyametin kopması oluyor... Oysa kimsenin saçları ağarmıyor. Kimse lezzetlerden kesilmiyor. Kimse deli- divane gibi Allah için koşuşturmuyor. Kimse öleceğini ve kıyametin kendi başına da kopacağını düşünmüyor.
Yıllardır bu şehirdeyim. Buraların havasını, suyunu, güneşini, toprağını, insanını iyi bilirim. Aktif bir hayatınız olursa, bulunduğunuz şehirle arkadaş olursunuz. Sokakları, yolları, akıp giden nehri size yoldaş olur; sırdaş olur... Kimi zaman mutluluğunuza,kimi zaman hüznünüze, öfkenize şahit olur. Bazen çıkmazlara girersiniz ve acısını şehirden çıkarmak istersiniz. Hani filmlerde olur ya, deli yürek bir adam şehrin en yüksek yerine çıkar ve avazı çıktığı kadar bağırır ve sonra sakinleşir ve kavga ettiği her ne ise onu yeneceğine şehri şahit kılarak söz verir. Şehir şahidiniz olur... Şehir samimiyet ister. Samimi bulduğunu da bağrına basar... Ot gibi yaşadığınız şehri unutursunuz ama mücadele verdiğiniz şehri asla unutmazsınız ve farkında olmadan o şehre bağlanırsınız. Bu bağlılığı ise ayrılırken anlarsınız...
Manalı hayatta manasız işlerle meşgul olmak... Doğru hayatın yanlış adamı olmak...
Bütün çiçekler, özellikle papatyalar, kediler, kuşlar, balıklar bana oğlum Muhammedi hatırlatıyor...
Rabbim bazı kullarının duygularını daha güçlü yaratmış. Duygusal zeka dedikleri şey bu olsa gerek. Sevme istidadı... Sevme yeteneği... İnsan yeteneklerinden mesuldür. O yeteneği nereye sevkediyor ve o yeteneği ne kadar seferber ediyor?
Rabbim,
Ben Senin için ne yaptım? Neyi yaktım neyi yıktım? Öyle ya! Yakmadan yıkmadan aşk olur mu?Olmadığını en iyi bilen Sensin...Yakmayanın yanmayacağını. Yıkmayanın yapmayacağını. En iyi bilen Sensin... Yunus demiş ya: Hamdım, piştim, yandım. İşte o yanmanın öncesi yakmak. Gemileri yakmak... Kim daha yanık? Yunus mu, Tarık mı? Bilmiyorum ama kim yakmışsa o yanmıştır. Yakan, yani vazgeçebilen yanar. Gemiden, denizden, geçmişten, gelecekten, hayalden, kendinden vazgeçebilen... Yakmayanın yanması bilmem yanma mıdır?
'Adaletsizlik güveni bitirir; zulüm huzuru yok eder.'
'Bir kitap okudum kitaplara bakışım değişti'
'Okumak anlamak istemektir. Anlamak istemek bir arayıştır. Neyi arıyorsan onu oku'
'Hakikati bulmak ve kendini bilmek istiyorsan neyde yok olacağını iyi bileceksin. Kur'anda (ve dahi Onu anlatan ilimlerde) yok olmak bulmayı sağlar.'
'Benim bulduğumu hala arayanın kitabını okuyamıyorum; elimde değil'