Rabbanî Dinin Rabbanî Yolu
İnsanı yaratan Allah (c.c.) Kur’an’da, sürekli olarak insanı
tanıdığından, ona ruhundan üflediğinden, insana yakın olduğundan
bahsediyor. Tüm bunlar bize Allah’ın, insanın yapısını en iyi bilen
olduğunu, insanı bütünü ile tanıdığını göstermektedir. Bizi bize en güzel
şekilde tanıtan Allah (c.c.), bize kendisini de tanıtmakta, rububiyetini ve
uluhiyetini anlatmaktadır. “Rab” sıfatını anlatarak hem yaratan hem en güzel
şekilde terbiye eden hem de insanı halden hale koyarak olgunlaştıran olduğunu
ortaya koyan Allah, “İlah” olduğunu anlatarak da kanun koyan, otoritenin sahibi
ve yeryüzünde “tek hâkim güç” olduğunu ifade etmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de bu şekilde insanın kulluğunu, acziyetini
ve buna mukabil olarak da kendi otoritesini ortaya koyan Allah (c.c.),
gönderdiği yüz yirmi dört bin peygamber ile tek bir dava ortaya koymaktadır. Bu
dava ‘Lâ ilâhe illallah’ (insanları kula kulluktan kurtarıp, yalnız Allaha kul
yapma) davasıdır. Bu söz, insanları kökten değiştirmeyi hedeflemektedir. Çünkü
ancak köklü değişikliklerle insanlar yolun sonuna kadar devam
edebilmektedirler.
Kur’an, bu değişimin ve davanın hedefini de ortaya
koymaktadır. “Fitne kalmayıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla
savaşın.”1 ilahi emri Allahın otoritesinin yeryüzünde hâkim
kılınmasını ve yeryüzünde kumandayı Müslümanların ele geçirmesini hedef olarak
göstermektedir. Bu hedef ile Müslümanlara varılacak son noktanın dinin
hâkimiyeti olduğu gösterilmektedir.
Bizi bu yüce ve ulaşılması zor olan hedefe yönlendiren Allah (c.c.), bu hedefe ulaşmanın yolunu, yöntemini, ilkelerini göstermemiş, Resulü vasıtasıyla öğretmemiş olabilir mi? Hayatımızla ilgili en fer’i meseleleri bile ayrıntıya kavuşturan, nasıl düşüneceğim, nasıl ibadet edeceğim, nasıl vereceğim, nasıl yaşayıp, nasıl öleceğim sorularına varıncaya kadar her meseleye cevap veren ve bizleri tayin edilmiş bir istikamete yönlendiren Kur’an ve Sünnet, “Davamızı nasıl hâkim kılacağız?” sorusuna cevap vermemiş olabilir mi? Hedefi gösteren Allah (c.c.), bu hedefe ulaşmanın yolunu göstermemiş olabilir mi?
Bu soruların cevabını bilginin ana kaynağı olan Kur’an’dan,
o Kur’an’ın pratiği olan sünnetten ve akl-ı selimden alacağız. Kur’an’da geçen
birçok ayet bize, hedefi tayin eden Rabbimiz Teâlâ’nın hedefe giden yolu da
gösterdiğini ortaya koymaktadır. “Bizim yolumuzda cihat edenleri yollarımıza
iletiriz.”2 , “Allahın çağrısına kulak veren doğru yolu bulmuş
olur.”3 , “Kur’an ile anlat.”4 ifadeleri ile gelen birçok
ayet-i kerime, bizlere metodun Kur’an’dan alınması gerektiğini anlatmaktadır.
Kur’an’da geçen peygamber kıssalarına baktığımızda ise, tüm
peygamberlerin kavimlerine aynı davayı, aynı inanç sistemini sunarken yol
olarak da aynı yolu izlediklerini görüyoruz. Seyyid Kutub “Cahiliye, bir
tavır alıştır, bir durumdur, bir inanıştır, bir düşünüştür ve bu temeller
üzerinde organik bir yapılanma ve toparlanmadır.” diyor. Madem cahiliye, zaman
– mekân ötesi bir tavır alıştır, Müslümanların da bu cahiliyeye karşı
tavırları, zaman – mekân ötesi Rabbani bir karşı koyuş olmalıdır.
Yine Kur’an’da geçen peygamber kıssaları, yolun sonunu
göstermektedir. Bugün beşeri metotlarla ortaya çıkanlar, farazi bir şekilde
yola çıkmaktadır. Allah’ın peygamberleri ile ortaya koyduğu Rabbani metot, bu
karanlık ve bulanık ortamda, Müslüman cemaatlere sanki bir “gece görüş
kamerası” gibi, bir “projektör” gibi yol göstermektedir. Rabbimiz
şöyle buyuruyor! “Allah, denizin ve karanın karanlıklarında insanlara yol gösterir.”5 Yani
Rabbani metot, davetçilerin bilinen bir yolla hedefe ulaşmalarını
sağlamaktadır. Gittiği yolun sonunu göremeyenler ya yarı yolda kalacaklardır ya
da yanlış bir hedefe varacaklardır. Varılan yanlış menzil, birçok emek sarf
edilerek elde edildiği için de, bir süre sonra benimsenecek ve asıl hedef
unutulacaktır.
Kur’an’dan sonraki en önemli kaynak olan sünnet de, bize bu
dini anlatma ve hâkim kılma yolunu açıkça göstermektedir. Allah’ın Resulü,
Allah’ın dinini, Allah’ın yönlendirmesi ile hâkim kılmıştır. Bugünkü cahiliye
ile Resulullah’ın dönemindeki cahiliye arasında hiçbir fark yoktur.
Öte yandan Allah’ın Resulü (s.a.v.) bu dinin daha sonraki bir dönemde farklı bir şekilde hâkim kılınmasına yönelik hiçbir açıklama yapmamıştır. Bu da göstermektedir ki, Resulullah’ın dini hâkim kılma yöntemi kıyamete kadar bakidir. Bu konuda Seyyid Kutub “Değişen şartlar, metodu değiştirecek şartlar değildir. Bu şartlar, insanlar Allah’ın kanunlarına uymadıklarından, heva ve heveslerine göre hareket ettiklerinden dolayı ortaya çıkan ve bununla birlikte sonradan oluşturulan suni ihtiyaçlardan kaynaklanan şartlardır.” demektedir. Bu tespitten de anlaşılmaktadır ki, şartların değiştiğini ve bundan dolayı bu zamanda farklı metotlar takip edilebileceğini iddia edenler, değişen şartların sûni ve sathî olduğunu görememektedirler. Bu basiretsiz yaklaşımın neticesinde ise metot farklılıkları ve ihtilaflar ortaya çıkmaktadır. Her zaman ve zeminde “Kur’an çağlar üstüdür, dünya yaşlansa da Kur’an gençleşmektedir.” hakikatini yineleyenler, söz konusu olan “hareket metodu” olduğunda bu konuda Kur’an’dan ayrı bir yol tutmaktadırlar. Dolayısıyla “Kuranın her konuda, her çağa hitap ettiğini” sadece vaazlarında iddia etmektedirler.
Rabbani metot, aklen düşündüğümüzde de en etkili yol olarak
karşımıza çıkmaktadır. İnsanda her zaman şu bakış açısı vardır: anlatılan ile
anlatılma yolunun birbirine uyumlu olması. Hedef Rabbi anlatmak ve Rabbani iken
izlenen yol beşeri olduğu takdirde insanların kafalarında soru işaretleri
oluşacaktır.
Bugün gerek dünyaya, gerekse Türkiye’ye baktığımızda,
Rabbani metodun dışında, beşeri yolların envai çeşidini kullanarak İslam’ı
yaymaya çalışan cemaatleri müşahede etmekteyiz. Kimi cemaatler, artık
demokrasiyi benimsemiş, kimileri İslam’ı davası olmayan bir ahlak ve ibadet
dini olarak takdim etmiş, kimileri tepeden inmeyle toplumu değiştirmeyi
düşünmüş ve kimi de mevcudu korumaya çalışan muhafazakâr bir dini benimsemiş
durumdadırlar.
Her meselede olduğu gibi metot meselesinde de iş beşere
kalırsa her kafadan bir ses çıkacak ve binlerce yol ortaya koyulacaktır. İşte
Allah’ın belirlediği ve Peygamberlerin tatbik ettiği Rabbani metot, tüm bu kafa
karışıklıklarını ve yol karışıklıklarını önleyerek, ümmeti istikamet üzere
yönlendirecek yegâne çıkış yolu olarak kendini göstermektedir.
Rabbani metodun pratiğini bir cümleyle özetleyebiliriz:
“Tavizsiz ama müsamahakâr.” Hareket metodu Rabbani olduğu takdirde gerek Tevhid
davasından gerekse de dinin ahkâmından taviz verilmeyecek, bu şekilde sağlam ve
sâfi bir topluluk oluşturulacaktır. Bunun yanı sıra, temel meselelerde ortaya
koyulan bu tavizsiz yaklaşım Müslümanların arasındaki ihtilafı da asgari düzeye
indirecek ve doğal bir şekilde “vahdet” oluşacaktır.
Sonuç olarak Rabbani metodu, Üstat Seyyid Kutub’un şu tarihi
sözleriyle özetleyebiliriz:
“Meşru olan bir din, tabiatı gereği, gayrı meşru vasıtalarla
hâkim kılınamaz. Rabbani olan bir din, tabiatı gereği, beşerî bir yolla hâkim
kılınamaz. Hak olan bir dava tabiatı gereği, batıl bir yolla hâkim kılınamaz.”
1- Enfal 39
2- Ankebut 69
3- Nur 54
4- Enam 70
5- Enam 63
Rumeysa Sarısaçlı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder