24 Aralık 2019 Salı
Kitap Okumaya ve İslami Eğitime Dair Bir Kaç Kelam
Yeni bir nesil yetişiyor. Bu neslin ne ile beslendiği o kadarda önemli ki. Seyyid Kutup Yoldaki İşaretler'in 'Örnek Kur'an Nesli' bölümünde sahabe nesli gibi bir neslin bir daha gelmediğinden bahseder ve bunun sebeplerini ortaya koyar... Bu sebeplerden birisi olarak 'sahabe safi olarak ana kaynaktan Kur'andan besleniyordu. Oysa bugünkü nesil çok farklı kaynaklardan beslendi; besleniyor.' der. Bu sebebi ortaya koyarken, o çağın, bilgi kaynaklarının çeşitliliği noktasında zengin bir dönem olduğunu anlatır. Bugün Avrupa medeniyetinin temellerini teşkil eden Roma uygarlığı, batı düşüncesinin kaynağı olan Yunan felsefesinin rüzgarı o dönem Arap yarımadasında da esiyordu...
Beslenme uzmanlarının bir sözü var: 'biz yediklerimiziz'. Aslında okuma konusunda da şunu diyebiliriz: 'Biz okuduklarımızız' İnsan okuduklarının şeklini alır; okumak insana şekil verir. Bundan dolayı okumamaktan okumak daha iyidir ama ne okuduğun, en az okumak kadar önemlidir. Bir kitapta 'kitap yakmaktan daha kötüsü kitap okumamak' diyordu. Bu cümleye ek bir cümle olarak 'kitap okumamaktan daha kötüsü de insanı yakacak kitapları okumak.' cümlesi olabilir.
Bir de okumak başka bir şey eğitim başka bir şeydir. Kuran 'oku' der ama öylesine, kafana göre, dereden tepeden okuma değildir bu. 'Bismi Rabbike- Rabbinin adıyla' ifadesi, okumayı şarta bağlamaktadır. Rab 'eğiten, terbiye eden' demektir. Aslında ayette okumak eğitim görmek manasına da gelmektedir. Okumayı sevenler için öncelikle düzenli bir islami eğitim alzemdir. Geçenlerde twitter da bir hesabın profiline girdim 1000 tane kitap okudum yazıyordu. Doğrudur, okumuştur ama hiç belli olmuyordu hatta yazdıkları o kadar seviyesizdi ki keşke hiç okumasaydı dedirtti. Zannediyorum Kur'anda bildirilen 'kitap yüklü merkepler' ifadesi bunlar içindir...
Ne okuyacağız? Hangi eğitimden geçeceğiz? İslami eğitimden kasdettiğimiz elbetteki öncelikle temel islami ilimlerdir. Dinin temellerini öğreten Tefsir, Hadis, akaid, fıkıh, İslam tarihi İlim talebesine kuralları, kavramları, okuyacağı temel ilimlerin usulünü öğreten usul ilimleri gibi.. İslami ilimler deryadır ve bu deryaya biraz dalmak isteyenler, fıkhi konulara biraz daha hakim olmak için klasik ilmihalin dışında nikah-talak, miras hukuku gibi ilimlerin detayını öğrenmelidir. Bir de fıkıhta insanın ufkunu açan bir ilim var ki benim hayatım boyunca öğrendiğime en çok şükrettiğim ilimlerdendir. Kavaidul fıkhı külliyye yani külli fıkıh kaideleri ilmi. Ana fıkıh kaideleriyle beraber, fer'i kaideleri ve istisnaları anlatan mühim bir ilim. Hadis ilmini, İmam Müslimin belli bölümlerinin tamamını Ahmet Davudoğlu şerhinden okumak insanın yine ufkunu açar... Ve diğer hadis kitaplarından hadis okumaları... Bu ilimlerin yanı sıra Gazali, Kuşeyri okumadan olur mu? Hocamız Mesneviden ve Risale-i Nur'dan aylarca ders yapmıştı. Ve bu kitapları okuduğumuzda, dersini dinlediğimizde, bu cevher kitapların kesinlikle hakkıyla bilinmediğini; hatta yanlış bilindiğini anlamıştık.
Bugün Türkiyedeki üniversitelerin felsefe bölümlerinde Platon, Aristo, Dekart okutulur ama Gazali, Farabi, İbn Rüşd, İbni Sina okutulmaz. Sosyoloji fakültelerinde Weber, Durkheim, Agusto Comte okutulur ama tarihi felsefi ve sosyolojik açıdan değerlendiren bu işlerin otoritesi İbni Haldun'a neredeyse hiç önem ve yer verilmez. Bundan 15 yıl önce ABD'nin en entellektüel başkanlarından olan Clinton gelmişti. Yaklaşık 1,5 saat ayakta yaptığı konuşmasında defalarca Mukaddimeden örnekler verdi.Bazı yerlerde Mukaddimeden alıntı yaptığını söyledi, bazı yerlerde söylemedi. Biz de Hocamızla günlerce Mukaddime'den ders yapmıştık. Clinton'un Mukaddimeden yaptığı alıntıları hemen farkettim. Bizim batı hayranı ve gerçek aydın olma vasfını kazanamamış siyasetçilerimiz, eski Amerikan başkanını hayran hayran izleyerek, zannediyorum içerinden 'ne kadar birikimli adam' diye geçirmişlerdir... Bizim ülkemizde maalesef, siyasetçisinden entelektüeline varıncaya kadar, bilgi ve kültürde kendi kaynaklarından bihaber olma durumu vardır.
Eğitimden sonra bireysel kitap okumalarına gelirsek, öyle kıymetli eserler varki, özellikle gençlerimize dava ve muhalif ruh verecek, onları ideolojiler karşısında özgüven sahibi yapacak eserler... Bunlardan Seyyid Kutub ve Mevdudi'nin eserleri önde gelir. Bu kitaplar elbette yine üzerinde tahliller yapılması gereken kitaplar... Siyerde, Özellikle siyerin detay konularını anlatan, Efendimizin mektuplarının orjinallerine ulaşarak araştırmacı yazarlığıyla meşhur Muhammed Hamidullah hocanın İslam peygamberi gibi... Daha burada adını sayamayacağım o kadar çok ve kıymetli İslami eser var ki. Eski eserler yeni eserler... Bazen bir kitabevinde kıyıda köşede kalmış kadim, cevher kıymetinde bir esere rastlayabiliyorsunuz veya yine bir köşede adı sanı duyulmamış bir akademisyenin bir doktora tezine denk gelebiliyorsunuz, alıyorsunuz ve bu kitap sizin başucu kitaplarınızdan olabiliyor. Bu eserler okunmalı, paylaşılmalı. Bazen yüzlerce kitabın çabalayıp da anlatamadığını bu kıymetli eserlerin bir tanesinde bulabilirsiniz.
Kitap okuma konusunda gençlerden de öğreneceğimiz şeyler olduğuna inanıyorum... Önümüzdeki 50 yılın mimarı olacak gençleri anlamak gerektiğine inanıyorum. Bazen zorlanıyorum çünkü bir kuşak farkı var aramızda. Ama onları dinlemeyi seviyorum ve bu diyaloğun bana bir şeyler kazandırdığına inanıyorum.
Bu yıl sınavda derece yapan ve Boğaziçi'ni kazanan, ilgili, çok okuyan bir yeğenim var. O kadar çok kitap okuyor ki, Ankara'dan tatil için geldiğinde bile kargoyla kitaplar geliyor, bir kaç haftasını bile okumadan geçirmek istemiyor. Bu yaz okuduğu kitapları inceledim. Hemen hepsi kurgu. Bilim kurgu, fantastik kurgu. 'Neden hep kurgu okuyorsun, hayat kurgu değil gerçek. Gerçek hayatları anlatan, biyografi kitapları okusan, bunun yanı sıra tecrübeleri, bilgelerin tespitlerini anlatan kitaplar okusan' dedim. Verdiği cevapla 'bazı açılardan haklısın' demek zorunda kaldım. 'Teyze kurgu yani hayal gücü olmasa icat olmaz, bugün buluşlar yapanlar senin gibi düşünse yeni şeyler üretemezlerdi.' dedi. Kurgu yani hayal gücü, yok olanı var gibi düşünme, zihni olmadık yerlere götürme, düşünceyi hayalle zorlama ve sınırları aşma... Ne demek istediğini anladım. Edebi olan kurgu romanların ne verdiğini anlamak için popüler olanlardan bir tane almaya karar verdim, aldım, ancak henüz okuyamadım... Okuyunca daha net bir fikrim olacak.
80'li yıllarda okuyan ve tartışan bir nesil vardı. 90'lı yıllara gelindiğinde ise okullar okuyan, matematik- fizik şampiyonu olan ama islami ilimleri okumaya, temel islami ilimlerden bihaber bir nesil yetişti. Bu nesil bizim özlediğimiz, etkili, dava sahibi, tavizsiz, zulme ve gayrı islami olan her şeye muhalif bir nesil olamadı. Sadece beşeri ilimlere önem veren, kendini kamufle etmekten dolayı net bir duruşa sahip olamayan, ufku kapalı, meymenetsiz bir nesil... İslami ilimlerin kazandıracağı temel vitaminlerden istifade edemeyen sıhhatsiz bir nesil... Çeyrek asırdan fazla da böyle zaman kaybettik.
2000'li yılların gençliği yeniden okumaya başladı. Bu çok güzel ve ümit verici bir gelişmedir. Ancak bu okumalardan çok daha önemli olan İslami eğitim, ihmal edilmemelidir. İslami eğitim almış ve kitap okumayı seven gençlerimiz, gerek İslami cenahın gençlerine gerekse de dünya gençliğine İslami eserleri tanıtma misyonlarını da unutmamalıdırlar. Bunun yanı sıra elbette ki batı klasiklerini veya batılı uzmanların otorite sayılan kitaplarını ve bazı popüler kitapları okuyabilirler. Bu kitapların da bir kısmı ufuklarının açılmasını sağlayabilir. Bu konu kendilerine kalmış bir tercihtir.
Hasılı kelam, okuyan bir neslin başaramayacağı iş, kaldıramayacağı yük, aşamayacağı dağ yoktur. Yeter ki okuması gereken kitapları okusun... Ve yeter ki kitap okumak, kuru okumanın ötesine geçsin. Anlamak, yaşamak ve anlatmak için okunmayan her kitap okuyan için yüktür...
1 Aralık 2019 Pazar
O Gece Oradaydım -Furkan Vakfı 25 Yaşında-
1994 yılının Aralık ayında resmi olarak açılan Furkan vakfının,
bu açılışını ilan için 95’in Ocak ayında özel bir ‘açılış programı’ yapıldı.
Arkadaşlarla günler öncesinden, nasıl bir program olacağı,
katılımın nasıl olacağı hususunda ve Mısır’dan gelecek olan Alparslan Kuytul
Hocamızın nasıl birisi olduğu konusunda konuşuyoruz ve heyacanımızı
birbirimizle paylaşıyorduk.
Yağmurlu bir Ocak akşamında programın yapıldığı mekana birkaç
arkadaşımla beraber gittik. İçeriye girdiğimde, sıcacık tebessümlü kardeşlerimizle
musafahalaşınca, hal-hatır sorunca üşümem geçiverdi. Henüz 7-8 ay önce
tanıştığım bir cemaatin vakfının açılış programında, kendimi hem ev sahibi hem
de misafir gibi hissediyordum. Bir taraftan gelen misafirlere ‘hoşgeldiniz’
demeye çalışıyor, bir taraftan da programı en ön sırada seyretmek için arkadaşlara
yerimi ayırmalarını tembihliyordum. Adana Büyükşehir Belediye Tiyatro Salonunun
giriş katındaki ve balkondaki koltukları tamamen dolmuştu. Bayanlara ayrılan
balkon kısmının en ön sırasındaki yerimi aldım. Koltuğuma oturunca tiyatro
salonunun tavanına duvarlarına göz gezdirdim. Havası eskisinden ne kadar da farklıydı.
Bu salonu iyi biliyordum. Daha bir yıl öncesine kadar, burada oynan birçok
tiyatro oyununa gelmiştim. Ama bu gece farklıydı… Duvarı, tavanı, atmosferi
farklıydı... Yanımdaki arkadaşlarım farklıydı… O salonda bulunuş gayem
farklıydı… Ve yüreğimin heyecanı coşkusu ne kadar farklıydı.
Program gönlümüzün baharı Kur’an tilavetiyle başladı. Daha
sonra, amatör insanları birkaç günde çalıştırarak onlardan profesyonel bir koro
ekibi çıkarma özelliği olan –sonradan, hidayet bulmadan önce de müzisyen
olduğunu öğrendiğimiz- Kemal Abi’nin hazırladığı Grup Furkan koro ekibi çıktı. Tabi
koronun solisti Kemal Abiydi. Benim için ilkleri yaşadığım bir geceydi. Böyle
bir koroyu ilk defa izliyordum ve bu ilahileri pek de duymamıştım. O geceden
aklımda kalan ezgi Kemal Abinin yanık sesiyle söylediği ‘Allahu Allah’ ezgisidir
‘Ömrünü bitirmiş viranemiyem
Aklını yitirmiş divanemiyem
Allahu Allah Allahu Allah Allahu Allah’
Ne güzel ezgidir… Bazen bir ezginin, uzaktan gelen belli-
belirsiz nağmesi, sizi 25 sene öncesine götürebiliyor. Şimdi bu yazıyı yazarken
mırıldanınca, sanki o geceye gidiverdim.
Artık ezgiler de bitmişti ve büyük an yaklaşmıştı. Sunucu, Muhterem
Alparslan Kuytul Hocamızı konuşmasını yapmak üzere takdim etti. Gözlerimizi
dört açmıştık, aylardır ismini duyduğumuz ama kendisini hiç görmediğimiz Hocamızı
ilk defa görecektik. Tiyatro salonunun sahne kısmının merdivenlerinden ince
uzun genç bir adam çıktı. Saçları sakalları simsiyah, gözleri kocaman, bakışları
keskin, kaşları çatık bir adam… Uzunca bir giriş duasından sonra konuşmasına
başladı. Şecaatli duruşuyla, kararlı ve insana güven veren konuşmasıyla ve
ismiyle müsemma (konuşmanın kimi yerlerinde aslan gibi kükrercesine) ses
tonuyla, daha o günden, davası uğruna her şeyi göze alacak bir dava adamının
karşımızda olduğunu anlamıştık.
Hayatım boyunca unutamayacağım ‘Öncü
Nesil’ konuşmasını yaptı.
‘Öncü Nesil mum gibi kendisini yakan, fakat insanları aydınlatandır;
öncü nesil yalnızca fikirlerini değil;
hayatını değiştiren nesildir. Öncü nesil namaz kılmak için otobüsü durduran
nesildir; öncü nesil Tarık Bin Ziyad gibi gemilerini yakmış bir nesildir; öncü Nesil
Necip Fazıl’ ın bahsetti ‘kim var denildiğinde, sağına soluna bakmadan ben
varım diyen nesildir. Öncü nesil FURKAN’DIR…’
Konuşma bittikten
sonra bir süre yerimden kalkamadım. Kulağımda sürekli hocamın sesi ve ‘öncü
nesil’ kavramı uğuldayıp duruyordu… Ve orada Rabbime, hayatımın dönüm
noktalarında verdiğim önemli sözlerden birini daha verdim. ‘Ben de öncü nesil
olacağım’ dedim. Bunun için imkânım var diye düşündüm. 21 yaşındaydım, heyecanlıydım,
okumayı, koşturmayı seviyordum, anladığımda, sevdiğimde ve inandığımda
yapamayacağım şey yok gibi geliyordu… Konuyu anlamıştım, zaten severek bu yola
girmiştim, bundan sonrası bana kalıyordu… Kafamda bu düşüncelerle, koşarak
geldiğim salondan daha ağır adımlarla ama yüreğim mutmain bir şekilde
çıkıyordum. Dilimde, ‘Allahu Allah’ ilahisi… Yağmur durmuş, gece epey
ilerlemiş, yollarda kimse kalmamıştı. Toprağın kokusunu ciğerlerime kadar
çektim, elhamdülillah dedim.
Bana böyle duygular yaşatan bir açılış
programıyla açıldı Furkan Vakfı. 25 yıl boyunca adına leke sürdürmedi, açılışta
ortaya koyduğu misyondan sapmadı. Gayesi, toplumuna faydalı, eğitimli, ahlaklı,
çalışkan, dininin- davasının bilincinde, kula kulluk etmeyen, özgür ruhlu ‘öncü
bir nesil’ yetiştirmek oldu. 2 yıl önce, bu ulvi gayeleri hedef edinen, bu
hedefi meşru yollarla gerçekleştirmeye çalışan vakfımıza kayyum atandı.
İddialar yenilir yutulur cinsten olmayan, esasında iftiralardan oluşan
iddialardı… Ancak 2 yılın sonunda gelinen noktaya baktığımızda, Rabbim bu süre
boyunca bu vakfı daha çok tanıttı, daha çok sevdirdi ve tertemiz olduğunu dünya
–aleme duyurdu.
Furkan Vakfına kayyum atadılar
ama gönüllere kayyum atayamadılar. Binalara mühür vurdular ama kalplerdeki
sevgiye mühür vuramadılar, bağlanmış gönüllerin bağını çözemediler… O bağlı
gönüller hem davalarına hem cemaatlerine hem de birbirlerine daha da
bağlandılar. Binalara mühür vurdular; binaların ne önemi var! Bugün her ev vakıf! Her park vakıf! Yollar vakıf! Kafeler vakıf! Yeryüzü vakıf! Bu durumda ne yapabilirler! 25 yıl önce adı Furkan olan ve gönül sözüyle ahidleşenler ‘furkan gönüllüleri’ ismiyle, sayıları ve bağlılıkları artarak, Furkan ismini yaşatmaya devam ettiler; ediyorlar. Ne mutlu Furkan gönüllülerine! Ne mutlu
söz verenlere! Ne mutlu sözünde sadık olanlara!
Rabbim cümlemizi mezara kadar sözünde
sadakatli olanlardan eylesin.