28 Şubat 2019 Perşembe

ÇİÇEKLERİMİZ KOPARILIYOR! FİDANLARIMIZ KESİLİYOR! MÜSLÜMAN GENÇLİK YOK EDİLİYOR!
                                                        ‘Acil durum çağrısıdır yaptığım. Feryattır yazdıklarım…’

Çanakkale’de yenilgiye uğrayan İngiliz donanmasının komutanı Winston Churchill ‘Biz onların çiçeklerini kopardık, bellerini doğrultamazlar’ demişti. Gerçekten de son dönem Osmanlı’nın, eğitimli, yetişmiş genç nesli Çanakkale’de şehit edildi. İstanbul’un en gözde liselerinin 15 yaş üstü çocukları, İstanbul Üniversitesinin gençleri, binlerce öğretmen, tıbbiyeli, mülkiyeli ve gencecik subaylar Çanakkale’de şehit edildi. Mustafa Kemal bu durumu ‘biz Çanakkale’de bir dar’ul fünûn gömdük’ diye ifade eder.
                Bir ülke için eğitimli genç nesil ‘gelecek’ demektir. Hiç girmememiz gereken 1. Dünya savaşında aslında biz geleceğimizi kaybettik. Geride kalan eğitimli insanlarımız da harf devrimiyle bir gecede okuma- yazma dahi bilmeyen cahillere çevrildi. Ve şapka kanuna muhalefetten, İslami eğitim almış binlerce insanımız, hocalarımız asıldı. 12 Eylülde sağ- sol davasından on binlerce insan (çoğunluğu okumuş gençlerden oluşan) cezaevlerine dolduruldu; 17 yaşındaki gençler idam edildi... Ve 28 Şubat... Binlerce genç kız başörtüsü yasağından dolayı ortaokul, lise, üniversite eğitimini alamadı. Hali hazırda okuyanlar da okullarından atıldı. Kızların okumasının önemini vurgulayanlar, okumak isteyen kızların önünü tamamen kesti. Çünkü onlar başörtülü, İslami hassasiyeti olan kızlardı ve böyle kızların bırakın okumaya -onların nazarında- bu ülkede nefes almaya dahi hakları yoktu…
                Biraz boy verince koparılan fidanlar gibidir gençlerin ölümü… Büyümeden, meyve veremeden koparılan fidanlar… Yunus der ya:
Bu dünyada bir nesneye, yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi…
Mısır’ın çiçekleri koparılıyor. Binlerce genç idama mahkûm edildi ve teker teker idam ediliyor. Hiçbir somut delil yokken, işkence altında yaptırılan itiraflar delil kabul ediliyor. Gencecik insanlar darağacına gönderiliyor. Zalim çok merhametsiz… Zalimin gözü dönmüş… Memleketin kaybetmesi umurunda değil. Ülkenin geleceğinin yok olması, belinin kırılması umurunda değil. Onun tek kaygısı kendi otoritesi, canı ve ailesi… Dünya yıkılsa umurunda değil. Dünyamız, memleketlerimiz, Müslüman halklar, neslimiz ve neslimizin canı, namusu, aklı, fikri bu zalimlerin elinde yok oluyor. Acil durum çağrısıdır yaptığım! Bir feryattır yazdıklarım! Ben böyle bir dönem görmedim! Kâfirin planı zalimlerin eliyle işliyor! Kâfirin planı sözde Müslümanların eliyle acımasızca işliyor. 
Aslında bugünlerde Mısır’da alenileşen ama esasında bütün İslam âleminde var olan ‘genç kıyımı’, kâfirin son yüz yıllık planının en önemli ayaklarındandır. Yukarıda yazdığım 1. Dünya savaşında Chuchıll’ın ifadesi, bu projenin 100 yıl önce başladığının işaretidir. Düşman yine çok akıllıca, sinsice ve bugünümüzü- yarınımızı etkileyecek, derin bir plan yapmış.     
                Özellikle son 20 yılda gençler üzerinde oynanan oyunlar hız kazanmıştır. Ortadoğu’da bir şeylerin sebep olarak gösterilmesiyle oluşturulan ‘çatışma bölgelerine’ şehadet arzusuyla yanan gençler, karanlık insanların telkinleriyle yönlendirildi, halen de yönlendiriliyor. Afganistan’a, Suriye’ye giden gençlerin birçoğu orada şehit oldu. Bunlardan belki en ağır bilançoyu yaşatan örnek, 5 yıl önce bir anda ortaya çıkan (kuruluşu daha eskiye dayanıyor) DAEŞ örgütüdür. Bu örgüt binlerce genci, Irak ve Suriye’nin belli bölgelerine, adeta mıknatısın demiri çekmesi gibi çekti. Dünyanın dört bir tarafından İslami duyarlılığı olan veya macera arayan binlerce genç, akın akın, devletlerin sınır kontrol noktalarından ellerini kollarını sallayarak, bu kara delik gibi çeken, karanlık örgüte gitti… Bir çoğu gidiş o gidiş. Bunlar gittikleri yerde İslam’ın asla kabul etmediği zulümler yaptılar. İnsanları zorla Müslüman yapmaya çalışma, kafa kesme / örgütten ayrılmaya çalışanları infaz görüntüleri, listenin başında hocaların olduğu ölüm listeleri yayınlama vs. vs. Binlerce akılsız genç kız da bu örgütün ağına düştü. Saçma sapan evliliklerle perişan oldular…
Bu örgütü kim kurdu; neden kurdu? Sorularının cevabını Mahir Kaynak’ın ‘Bir olay kimin işine yarıyorsa, olayın faili odur’ temel tespitiyle bulabiliriz. Bu proje örgüt, İslam’ın ve Müslümanların zararına ne varsa yaptı. İslam’ın ‘kafa kesen’ bir din olduğu mesajını vererek islamofobinin güçlenmesini sağladı. Daha sayabileceğimiz yüzlerce konuda ciddi zararlar verildi (konumuz bu olmadığından bunu açmıyorum…). Binlerce genci ağına çekip yok etti. Dolayısıyla bu örgüt Müslümanların zararına, İslam düşmanlarının faydasına ne varsa yaptı…  Yani külliyen kâfirin işine yaradı. Bu örgüt ilk çıktığında, belki samimi ama oynanan oyunları görme feraseti ve sağlıklı bir siyasi bakışı olmayan Müslüman siyasiler, aydınlar ve hocalar doğru tahliller yapamadılar. Gerçekten oralarda bir İslam devletinin kurulduğu zannedildi. Bazıları bu örgütün ‘yaramaz çocuklar’ dan oluşan bir örgüt olduğunu dile getirdi. Gençlerimizin bu ne idüğü belirsiz örgüte gitmesinin önünü kesmek için, hiçbir ciddi çaba ortaya konulmadı. İşte Alparslan Kuytul Hocamız daha bu örgüt ilk ortaya çıktığı günlerde ‘IŞID bir Amerikan projesidir. Silahlı bir yapı bu kadar kısa bir sürede bu kadar güçlenemez; bunun arkasında Amerika var ve gençlerimizi buraya çekip kıyım yapılacaklar’ diye İslam alemini, gençleri, yetkilileri yüksek perdeden uyarmıştı. Aynen dediği gibi oldu... IŞID’ın bir kıyım projesi olduğu ortaya çıktı.
Ve her proje gibi IŞID projesini yapanlar da kullandıkları bu projenin yıprandığını, deşifre olduğunu, artık çekim gücü olmaktan çıktığını anlayınca (Ve elbette başka siyasi sebeplerle de...) projeyi sonlandırmaya karar verdiler. Şimdilerde yapılan açıklamalar binlerce IŞID milatınının öldürüldüğü ve IŞID’ın belinin kırıldığı açıklamaları… Ve hasar tespit ve enkaz kaldırma çalışmaları başladı… Ve bu kıyım projesini yapanların adamı olan ölü ağlayıcılarının devreye girme zamanı geldi... Zaman ‘ne olacak bu on binlerce IŞID’lı kadın ve çocukların hali diye ağıtlar yakma zamanıydı artık’. Çok acı bir durum… Yine öldürüldük; yine onulmaz yaralar açıldı yüreklerimizde, hayatlarımızda ve yine çaresiz durumlara gark edildik… 
                Ve ülkem, Türkiyem’in gençleri. Son 2,5 yıldır ülkenin binlerce üniversiteli genci zindanlara dolduruldu. Geçmişte içinde, kıyısında, kenarında oldukları iddia edilen bir yapı bahane edilerek, bir damga vurularak geleceği karartılan gençlerimiz… Ve tahsilli binlerce insanımız. Türkiye’nin birikimi, bir değil onlarca darul fünunun (üniversite ve üniversite mezununun) toprağa gömüldüğü, ardı arkası kesilmeyen, bitmeyen operasyonlar… ’Hoşuma gitmeyen proje, 15 Temmuz projesi…’ diyen eski başbakanın benzetmesi üzerinden gidersek ‘bu proje’ çok canlar yaktı, halen de yakmaya devam ediyor. Kodaman plan yapıcıların hiçbir şey umurunda değil. Gencecik öğrencilerin, öğretmenlerin hayatlarının kararması, binlerce ailenin tarumar olması, binlerce çocuğun ağır travmalar geçirmesi, memleketin 50 sene geriye gitmesi, geleceğimizin yok edilmesi kimsenin umurunda değil. Zannediyorum ki bu kadar kıyım, İslami duyarlılığı olan bir neslin ortaya çıkmaması için bir gözdağıdır…   
                Bir de bedenen sağ ve özgür bırakılan ama ruhen, kalben ve fikren öldürülen, esir edilen gençlerimiz var. Bunları yığınlar halinde ülkemizde görmekteyiz. Birazcık İslami duyarlılığı olan gençlerimiz, ilahiyat Fakültelerinde din diye anlatılan felsefe ve ehlisünnet dışı fikirlerle toplu toplu zehirleniyor. Elimiz kolumuz bağlı bir vaziyette onların bu fikir ve kalp zehirlenmelerine maruz kalmalarına kahroluyoruz (İlahiyat fakülteleri konusu çok derin ve sıkıntılı bir konu. Başka bir yazıda bunun detayına gireceğiz inşallah)… Sporla, müzikle, haram hayatlarla kandırılan gençlerimizi ne görmeye ne anlatmaya yüreğimiz dayanmıyor…
Firavun’ un çocukları katlettiği yıllara ‘zebh yılları’ denilir. Yani ‘kesme yılları’… Anlaşılan odur ki bu çağın Firavunları neredeyse her yılı ‘zebh yılı’ ilan etmiş ki kesim, kıyım bitmiyor. Tarih bu yılları da ‘zebh-kıyım yılları’ olarak kaydedecek. Birileri İslamcı gençliğin kökünü kazımak istiyor... Elbette, mukadderattan kaynaklı kıyımlara veya sonuç almamızı sağlayacak şehadetlere boynumuz kıldan ince. Şayet ölümümüz uyanışa vesile olacaksa, bin bin ölelim. Ama ölümümüz ahmaklığımızdan kaynaklı oluyorsa, düşmanın tuzağına düşerek ölüyorsak, böyle ölmelerimizin de bir hesabının olduğunu unutmayalım!
Gençlerimiz zalimlerin ve gasıpların elinde inim inim inliyor… Mısırda zulmen öldürülenler de bizim çocuklarımız; Amerikan projeleriyle kandırılan, kıyımdan geçirilen, suç makinesine dönüştürülen, ölen de öldüren de bizim çocuklarımız. Külliyen kayıptayız külliyen! Zalim de mazlum da bizim çocuklarımız... Daha ötesi var mı? Zalimin zulmüne engel olmak, mazluma sahip çıkmak zorundayız. İlahiyat Fakültelerinde zehirlenen gençler de bizim çocuklarımız; tüm eğitim sistemindeki Aristo/ Marks arasında dönüp duran eğitim mantığından geçenler de bizim çocuklarımız. Ülkemin zindanlarındaki binlerce üniversiteli gençte bizim çocuklarımız, onları oraya dolduranlar da bizden olduğunu iddia eden insanlar… Külliyen kayıptayız külliyen!
  Mısırdaki zulümlerin bitmesi için de mücadele etmeliyiz, saflığın- kandırılmanın yaşattığı cehaletin zulmüyle de, zehirli fikirlerin ilkokuldan itibaren zerk edildiği eğitim sistemiyle de, dini yanlış anlatan sözde hocalarla da… ‘Dert söyletir’ derler ya… Benim durumum öyle… Bir de dert büyük olunca söyleyecek söz bitmiyor. Hasan El Benna’nın telaşını ve kaygıyla söylediği sözü daha iyi anlıyorum: İşimiz çok (ve de zor); vaktimiz az! Bir acil durum çağrısıdır yaptığım! Bir feryattır yazdıklarım!         
                

5 Şubat 2019 Salı

28 Şubatla İlgili...


Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye 28 Şubat’la İlgili Yaptığı Bir Açıklamasından Dolayı Atılan İftiraya Cevap – O günlerin tanığı olarak…

Yine kırpılmış videolardan ve tek bir videodan yola çıkarak birileri iftira atmaya çalışıyor. Birkaç tane de popüler hesap bunu gündeme taşımış. Tabi 28 Şubat darbesi islami camianın hassas olduğu bir konu. Çünkü hakikaten özellikle başörtüsü, eğitim hakkı, imam hatip, kuran kursları gibi konularda büyük zulümler yapılmıştır. Biz de o günleri yaşamış birileri olarak Alparslan Kuytul Hocamızın o günlerde 28 Şubat’a bakışını çok net biliyoruz. Söz konusu konuşmada Hocaefendi 28 Şubat’ın çok büyük bir deprem olmadığını söylüyor. Konuşmanın ilerleyen dakikalarında da neyi kastettiğini detaylı bir şekilde anlatıyor. Yani videonun tamamı izlendiğinde herkesin hak vereceği şekilde mevzuya açıklık getirdiği görülüyor. Hocamız çok büyük bir deprem değildi derken, cemaatlerin, vakıfların, derneklerin yaptığı İslami faaliyetler açısından bir değerlendirme yapıyor. Ve o dönem çalışmalarına ara verenlere ‘çalışmalarınızı durduracak, ara vermenizi sağlayacak bir durum yoktu. Korkmayıp, devam etmeliydiniz’ diyor. Hatta bu durumu, muhataplarından bizzat duyduğu örneklerle anlatıyor. ‘Biz hizmetlerimizi buzdolabına kaldırdık; uygun bir zeminde tekrar çıkarıp devam edeceğiz’ diyenlere ‘hizmet et değildir ki dolaptan çıktığında canlı kalsın. İslami faaliyetler durduğunda, donduğunda ölür; biter’ diye cevap verdiğini anlatıyor.  
Alparslan Kuytul Hocamız, o dönemin başörtüsü mücadelesinde sembol isimlerden olan Merve Kavakçıya aleni ve korkusuzca destek vermiştir. Bülent Ecevit’in meclise başörtülü giren Merve Kavakçı’ya hitaben ‘burası devlete meydan okuma yeri değildir!’ Cümlelerine mukabil ‘Peki o meclis Allah’a meydan okuma yeri midir?’ diye haykırmıştır. Dolayısıyla 28 Şubatta yapılan zulümleri en yüksek perdeden kınamış, ancak İslami çalışmaları devam ettirme noktasında İslami camianın dik duruş göstermesi gerektiğini de aleni bir şekilde vurgulamıştır.
O dönemi bizzat yaşayan birisi olarak, bizler de hocamızın bahsettiği durumlara şahit olmuştuk. Çevremizdeki birçok vakıf, dernek direkt olarak kapatılmadı. Birçoğu kendi kapılarına kendileri kilit vurdu. (Bazı istatistiklerde 1997-2001 tarihi arasında kapatılan vakıf sayısının 21 olduğu yazılmaktadır. Oysa 15 Temmuz sonrası kapatılan vakıf/ dernek sayısı- iç işleri bakanının açıklamasıyla- 1400’ ün üzerindedir ki bu rakam, Nisan 2018’e kadar olan rakam. Son 9,5 ayı bilmiyoruz…)
Tüm bu değerlendirmeler 28 Şubatı basit görmek değildir. O günlerde okulumuzdan, işimizden olmuş insanlar olarak, bu durumları, yaşadığımız zulümleri, travmaları nasıl küçümseriz? Geçirdiğimiz soruşturmaları, yaşadığımız sürgünleri, işittiğimiz hakaretleri ve akıttığımız gözyaşlarını nasıl küçümseriz? Ancak söz konusu konuşmadaki mevzu bunlar değil… İslami faaliyetlere devam edebilme anlamında çok geniş çaplı bir engellemeyle karşı karşıya kalınmadığı anlatılıyor. Esasında o dönemin köşe yazarlarının ifadesiyle, 28 Şubat sistemin islami camiaya ‘höt’ demesiydi. İslami camia da bu korkutmadan fazlasıyla çekinip çalışmaları buzdolabına kaldırdı ve bu şekilde çalışmalar bitirilmiş oldu. Bunlar o dönemin gerçekleridir. Dolayısıyla Alparslan Kuytul Hocanın değerlendirmesi REEL bir değerlendirme ve de esasında kendi camiamıza dönük bir ÖZELEŞTİRİDİR. 
Bir de aslında 28 Şubatı bugünle, son 5 yılda (yoğun olarak da son 2 yılda) yapılanlarla kıyas ettiğimizde çok büyük bir darbe olmadığı anlaşılacaktır. Son 2,5 yılda 1419 vakıf-dernek kapatıldı. Belki bundan daha da vahimi binlerce öğrenci evi kapatıldı (sadece Adana’da 270 ev) Ben 28 Şubat döneminde öğrenci evlerine dokunulduğunu görmedim, duymadım; tek- tük olduysa da bilmiyorum. O dönem biz de bir öğrenci evinde kalıyorduk, zerre kadar korkumuz olmazdı, gece gündüz oralardaydık… Engellemeler bundan 5 yıl önce spor salonlarında yapılan konferanslara izin verilmemesiyle başladığında, Alparslan Kuytul Hocamız buna o dönem ciddi tepkiler vermişti. ‘Bu engellemeler konferanslarla kalmayacak daha da ileriye götürecekler’ demişti. Bugün gelinen noktada evlerde yapılan sohbetlere dahi müdahale edilen bir döneme girildi. Hocamız bu sürecin başlangıcında adeta feryat ederek söylemişti: ‘Türkiye’yi 1930’ lu yıllara geri döndürmek istiyorlar. 3 kişi bir araya gelinse problem çıkan yıllara…’ Dolayısıyla esasında yaşadığımız bu dönemin mukayesesi 28 Şubatla bile değil, 1930’lu yıllarla yapılmalıdır. Çünkü bugünkü durum, 28 Şubattan çok daha vahim bir hal arzetmektedir…
Bir de şu acı gerçek önemlidir ki; 28 Şubat’ın üzerinden 22 yıl geçmiştir ve birçok mağdur cezaevinde yaşlanmıştır. Bunun 17 yılı bu iktidar döneminde geçmiştir. O dönemle ilgi reel bir değerlendirmeyi çarpıtarak eleştirmeye kalkanlar, bu acı ve kahredici gerçeği ya görmezden geliyorlar; ya da bu eleştirilerle birilerinin suçunu bastırmaya, kamufle etmeye çalışıyorlar. Bugün cezaevindeki 28 Şubat mahkûmları çok açık bir talepte bulunuyor: ‘Darbe ortamında âdil yargılanmadık; tekrar yargılanmak istiyoruz’ diyorlar. Ancak 28 Şubat’ın ajitasyonunu yaparak makamlara gelenler, siyasetçisinden gazetecisine, bu feryatları duymazdan geliyor. Sembolik olarak birkaç mağdura üst düzey görevler vererek veya birkaç kişiyi cezaevinden çıkarıp bunun reklamını yaparak, adeta cezaevine gömülüp üzerine beton dökülen insanların mevzusunun dahi açılmasını istemiyorlar.                
Artık İslami camianın, 28 Şubat’ın edebiyatını yapanların laflarına karnı tok. İnandırıcı değiller. Hem adama sormazlar mı: ‘Madem 28 Şubatta yapılanları bu kadar önemsiyorsun, neden mağdurlar namına mevcut iktidara açık çağrıda bulunmuyorsun! Bir insanın özgürlüğü dünyalara bedeldir. Neden onların kurtulması için gerçek bir mücadele ortaya koymuyorsun! Çünkü iktidarla aran bozulsun istemiyorsun! Çünkü elde ettiğin basit makamın elinden gitmesini istemiyorsun! Sen kendi çektiğin acıları bile çok çabuk unutmuşsun. Yaşadığı acıları unutanlar, halen acı çekenleri anlayamazlar ve de hatırlamazlar. Rahatına dalanlar, o günlerde risk alıp faaliyetlere devam etmek gerektiğini söyleyenlerin de ne demek istediğini anlamazlar, anlayamazlar. Çünkü onların derdi, davanın değil kendilerinin istikbalidir… Çünkü makamlar ve rahat hayat adamı sarhoş eder…