22 Haziran 2019 Cumartesi

DİLE KOLAY 500 GÜN!



30 Ocak 2018 tarihinde girilen sürecin üzerinden tam 500 gün geçti. Dile kolay, kaleme kolay, söylemek kolay, yazmak kolay, ama ızdırabı yaşayana zor; onu sevenlere zor 500 gün… Neredeyse 24 saati dolu geçen bir dava adamının ömründen 500 günü çaldılar; gasbettiler. Gece gündüz davasını anlatan, bu dava uğrunda mücadelede eden bir adamı, utanmadan- sıkılmadan, soğuk bir kış günü şafak operasyonuyla evinden aldılar götürdüler. Evinden, çocuklarından, talebelerinden kilometrelerce uzak bir diyara götürüp mahpus ettiler. 10 ay boyunca, selamın verilmediği, ufacık bir tebessümün bile çok görüldüğü, buz gibi duvarların ve buz gibi duvarlardan daha soğuk çehreli insanların olduğu, ağır rutubet kokularının ve ağır bir kasvetin çöktüğü bir zindanda tecrit ettiler. Sanki vebalıymış gibi tecrit ettiler… Amaçları belliydi, pes ettirmek; diz çöktürmek; teslim almak belki de çıldırtmak... Hiçbirisi olmadı! Çünkü Allah’ı hesaba katmadılar. Erhamürrâhimîn olan Allah kulunun aklını- fikrini, kalbini muhafaza etti… Ücra bir ilin uzak bir hapishanesinde zamanla unuttururuz zannettiler. Allah’ı hesaba katmadılar… Daha çok dinlendi; daha çok duyuldu; daha çok sevildi; daha çok tanındı… İftiralarla karalarız, çamur atarız hiç olmazsa izi kalır, değeri kalmaz, kıymeti azalır zannettiler, oysa değeri gün geçtikçe daha çok arttı; daha çok anlaşıldı.
500 gündür sanki bir tiyatro oyununun, bir film senaryosunun içindeyiz. Oyuncular rollerini ezberlemişler ama hiç inandırıcı değiller. Yazılan senaryo çok absürt ve bu durum oldukça belli… Düşünün, bir insan hakkında ilk başta tam tamlı haberlerle ‘birbirine düşman 4 terör örgütüne üye, yardım /yataklık’ deniliyor. Daha sonra ‘4 değil 2 örgüte üyelik varmış’ deniliyor. Bir süre sonra ise ‘Adı geçen 2 örgüte üyelik yokmuş, propagandası yapılmış’ deniliyor. Saçma senaryo dalında oscarlık bir başarı (!) ile karşı karşıyayız. Arada bir senaryoyu saçma bulan ve bundan rahatsız olan birileri çıkıyorsa da, yapımcı devreye giriyor ve oyuna kalınan yerden devam ediliyor. Alparslan Kuytul Hoca’nın 24 Ocak tahliyesi ve 24 saat geçmeden tekrar tutuklanması böyle bir durumdur… Bu davayla bir film çevriliyor ve yazan da oynayan da seyreden de bu filmin saçmalığının farkında ama 500 gündür oyuna devam ediliyor. Yeter! Bu oyun bitmeli ve artık gerçeğe dönülmeli! Burada oyun oynamıyoruz; siz de insanların hayatlarıyla oynamayın! Mahkemeler tiyatro salonu olmaktan çıkmalı! Adalet daha fazla yıpranmamalı!
Günler, haftalar, aylar, mevsimler geçti… 500 gün geçti dile kolay! Bir İslam âlimi, bir aydın, bir memleket sevdalısı 500 gündür zindanda… Bu geçen 500 günde Türkiye daha da kötüye gitti. Bu kötü gidişata rağmen hala onun kadar net yanlışlara ‘yanlış’ diyen, zulümlere ‘zulüm’ diyen çıkmadı. Hala hocalar korkak! Aydınlar suskun! Halkımız uyuyor! Cesaretle konuşan adam içeride olunca, uyandıranımız kalmadı.
500 gündür Cumamız elimizden alındı. Heyecanla beklediğimiz güzelim tefsir derslerinden mahrum kaldık. Merakla beklediğimiz, memleketin durumuyla ilgili sorulan sorulara verilen hikmetli ve dertlere derman niteliğindeki cevaplardan mahrum kaldık.
500 gün oldu dile kolay. Talebeleri hocalarından, yaşlı bir anne evladından, bir ev babasından,  bir şehir, bir ülke, hak ve hakikat âşığı âliminden, mazlumlar özgürlüğü pahasına kendilerini savunan yiğit bir hocadan mahrum edildi.
500 gün oldu! Ey zalimler! Korkun! Bir âlim 500 gündür âh ediyor, dua ediyor, her namazını mazlum olarak kılıyor; her zikrini mazlum olarak çekiyor; her nefesini mazlum olarak alıyor… Ey zalimler! Korkun! Mazlumla Allah arasında perde yok unuttunuz! 500 gündür O kazanıyor, siz kaybediyorsunuz!    




18 Haziran 2019 Salı

Benna'dan Mursî'ye Davet ve Şehadet Okulu İHVAN


Bir taraftan dirilişin bir taraftan şehadetin okuludur ihvan… Bitmiş bir imparatorluğun, yıkılmış, yenilmiş, düşmüş bir cephesinden, Mısırdan, ümmetin ayağa kalkma çabasıdır ihvan… İskenderiye’de toprağa düşen tohum, İsmailiyye’de filiz veren ve dallları tüm dünyaya yayılan çınarın adıdır ihvan… Benna’ların Kutub’ların hocalığında tevhide davetin okuludur… Garbın âfâkından gelen kasırgalara karşı direnip, kendini yeniden kurmaya çalışan ümmetin öncüsüdür ihvan… Yenilginin içinde başarı; korkunun içinde ümittir ihvan.
Dün Mursi’nin ölüm haberini duyduğumda ilk aklıma gelen Hasan el Benna oldu ve yüksek sesle onunla konuşmaya başladım: ‘Her şeyi sen başlattın ey imam. Sen başlattın… 20. Yüzyılda sen açtın bu şehadet yolunun önünü… Sen açtın genç ölmenin yolunu… En azından geçen asır, her şeyi sen başlattın ey imam. Çocuk yaşta ‘haramların işlenmesini önleme cemiyeti’ kurdun. Gizli gizli yazdığın ve ulaştırdığın mektuplarla koca insanlara uyarıcı oldun. Çocuktun ama o kadar büyüktün ki. Allah yolunda gece gündüz davet yapmayı, okulda, sokakta, kahvehanede, insanları kaçırmadan, göçürmeden, İslam’a, tevhide, takvaya davet ettin. Peygamberin kaybolmuş davet sünnetini ihya için gece gündüz mücadele ettin. Kısa ömründe İHVAN gibi koca bir eser, bir okul inşa ettin. Yetmedi, 42 yaşında Kahire’nin ortasında vuruldun, yaralıydın, ölümcül değildi yaran ama müdahale edilmesine izin verilmedi ve kan kaybından şehid oldun. Öyle ya sende bir şey kalmamalıydı, çünkü sen öyleydin; ‘sonuna kadar’ diyenlerdendin. Kanının son damlasına kadar kendini Allah’a feda ettin; mum gibi, etrafını aydınlatmak için eridin; şehadetle ömrünü tamamladın; tacını taktın, gittin.
Üstad Hasan El-Benna ile başladı tarihe geçen İhvan hareketi… Mücadelesi kıtalar aştı… Onun açtığı davet ve şehadet okulundan çok insan geçti. Seyyid Kutublar, Mustafa Sibailer, Zeynep Gazaliler, Muhammed Kutublar, Said Havva’lar, Ahmet Yasinler ve daha niceleri…
Mursi’nin şehadetiyle1 akla şu soru geliyor veya şeytan akla şu soruyu getiriyor: Hasan El Benna, Seyyid Kutub, Ahmet Yasin, Muhammed Mursi ve bugüne kadar binlerce ihvan mensubu şehit oldu… Peki bu durumda İhvan yenilmiş olmuyor mu?
30 Ocak operasyonundan sonra Vakfımız kapatılınca ve Muhterem Hocamız ve bazı kardeşlerimiz tutuklanınca, evimin salonunda otururken ve kara kara düşünürken bir anda şeytan geldi ve bana dedi ki: İşte siz de başaramadınız, olmadı işte, mağlup oluyorsunuz... Bir an, diğer düşünceleri bıraktım onun dedikleri üzerine düşünmeye başladım. Biz yeniliyor muyuz? Ben daha bu sorunun cevabını düşünürken, O, soruyu daha da zor hale getirmek için: İhvan da başaramamıştı, kaç şehit verdi, siz de başaramayacaksınız dedi. Bir anda dona kaldım... Sonra kalbimi sıkışmaya ve gözlerimden istemsiz bir şekilde yaşlar süzülmeye başladı... Gözyaşlarımı sildim, kendimi toparlamak zorunda olduğumu biliyordum. Şeytan'ı tanımıştım ve onun bana neden geldiğini anlamıştım. Beni ye'se düşürmek istiyordu. Cevaba son cümlesinden başladım. İhvan başaramadı öyle mi! İhvan kıtaları etkiledi! 20. yüzyılda İslami hareketlere örnek oldu; okul oldu. İhvan okulunda yetişen âlimlerin hayatları, mücadeleleri, kitapları, şehadetleri ne dersler verdi ümmetin gençlerine. İhvan başaramadı öyle mi? Başarı illa son noktanın konulması mıdır? Başarının yolunu açmak, o yola girmeye öncülük etmek başarı değil midir? Tüm bu cevap niteliğindeki sorular zannediyorum onun moralini bozdu ki bir daha bu konularda dan - dun etmedi.2
 Seyyid Kutub Yoldaki İşaretlerin son bölümü olan ‘yol budur’ da anlatır tüm bunların olacağını ve bu yolda başımıza gelecekleri… Gerçekçi bir şekilde ve Kur’anın yola koyduğu işaretlerle anlatır… Buruç Suresini tefsir eder. Ateşten hendeklere atılan müminleri hatırlatır. Yol budur! Bu yolun sonunda ateşlere atılmak da, yağlı urganlarla asılmak da var der.
Savaş alanının yalnızca yeryüzü olmadığını ve savaşın tanıklarının sadece insanlar olmadığını söyler… Eğer davandan vazgeçmezsen, ölsen de, iman işkenceye galip gelmiştir; akide hayata karşı zafer kazanmıştır der.
Alparslan Kuytul Hocam da kitabın bu bölümünü anlatırken der ki: Mümine düşen sonunu düşünmek değildir; görevlerini yerine getirmektir. Biz Allah’ın askerleriyiz; komutan ne derse onu yaparız, komutanın işine karışmayız...
 Ve biz ‘Sabredin ey Yasir ailesi size cennet var’ sözünün anlamını da biliriz. Bu söz şehadetin müjdesidir! Sahi şehadet neyin müjdesidir ve nasıl müjde olur? Hadiste geçen ifadeden Cennetin müjdesi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Kur’anda bir ayet vardır ki o ayette şehadetin, düşmana galip gelmenin yolu olduğunu ve böylece zaferin de müjdesi olduğunu anlıyoruz. Rabbimiz Teala buyurur: ‘Allah’ın (içinizden şehitler edinmesi), iman edenleri arındırması ve kafirleri de yok etmesi içindir.’3 3-5 yıl önce bu ayetin tefsirine hazırlanırken, ayetin manasına oldukça şaşırmıştım ve ‘nasıl anlatacağım’ diyerek kaygılanmıştım. Ayetin elbette çok farklı yönlerden tefsiri uzun uzun yapılmıştır, yapılabilir. Ama ayette öyle bir mana var ki, ilk okuduğumda kafama takılmıştı. O mana da şudur ki: ‘Biz öleceğiz (şehid olacağız) ve kafir yok olacak.’ Yani bu durum nasıl olacak? Çünkü normal şartlarda ‘biz ölürsek, kafir güçlenir’. Rabbim neyi kastediyor; neyi murad ediyordu? Tam olarak ve açıkça anlatılmasa da, biraz tefsirlerin izahıyla ve biraz da üzerinde uzun uzun düşününce ayetin sırrı ortaya çıktı ve hayran oldum. Evet, biz öleceğiz ve kafir yenilecek! Çünkü şehadet, çok tesirli bir muharriktir, münzirdir, adeta ‘ba’su ba’de’l mevt- öldükten sonra diriliş’tir. Rabbimiz ölü gibi duran ümmetin, ölümlerle, şehadetle, canının yanmasıyla uyanacağını, harekete geçeceğini bildiriyor. Adeta ölmüş gibi hareketsizleşen ümmet, harekete geçtiğinde diriliş başlayacak ve bu dirilişle kafirin yenilgi süreci başlamış olacaktır. İşte bu sünnetullahtır. İlahi kânun bunu şart koşuyor. Bu şart gerçekleşmeden zafer gerçekleşmeyecektir. Kıymetli Alparslan Kuytul Hocam bu durumu çok daha güzel ifadelerle söyler: ‘Şehitlerin kanı ümmet ağacının yeniden yeşermesine vesile olacaktır.’ der. Bazen 1 kişinin ölümü, bazen de milyonların ölümü, milyonların dirilişine vesile olur... İdealleriyle, hak davasıyla, çağlara meydan okuyan kitabıyla dipdiri olan bu dininin mensupları, dirilmeye ve cehdu gayrete başladığında;  zaten köksüz olan batıl sistemlerin yenilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Mursi’nin şehadetini, tüm bunları düşününce, metanetle ve yanan canımızın bize kazandıracağı gayretle karşılamak gerekiyor. Her dakikası ıztırapla geçen 6 yıl gibi uzun bir işkence dönemi ve sonunda gelen şehadet… Ne mutlu ona! Yüzlerce kitabın, dersin veremeyeceğinden çok daha fazla nasihat etti bizlere... Bu nasihatten yüreklerimiz etkilenmeli ve azmimizi, gayretimizi arttırmalıyız. Son söz Seyyid Kutub’un olsun: ‘İnsanların hepsi ölür. Ama insanların hepsi, şehadetin kazandırdığı özgürlüğe ve yüksek ufuklara ulaşamaz’. Rabbim bizi de şehadetin özgürlüğüne kavuştursun.
  
1- Onlar kalp krizi vs. ne derse desin, Mursi zulmen öldürülmüştür ve şehittir.(Biiznillah)
2- Bizimle ilgili sorusuna gelince, ona da 3 cevap verdim. Bu üç cevabı inşallah başka bir yazıda yazacağım, konumuz bu olmadığı için yazmıyorum.  
3- Ali İmran 140-141





3 Haziran 2019 Pazartesi

NASIL BİR CEMAAT?


Eski Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmezin 'eli öpülesi cemaat' tarifi üzerine yazılmış bir yazı...

       Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “Bir cemaat kendisini ümmetin bir tuğlası olarak görüyor ise elini öpmek lazım. Birliğe hizmet ediyorsa, tefrikaya girmiyorsa, İslam’ın kürsüsünü bölmek ve parçalamak için kullanmıyor ve dilini tekfir kılıcı olarak kullanmıyorsa saygı duymak lazım. Bizi birleştirecek adalettir, ahlaktır”1 dedi.
       Furkan Vakfının kurucusu ve hocası Alparslan Kuytul Hocaefendi daim ümmetin birliğini beraberliğini düşündü… Ümmetin ve ülkenin birliğini beraberliğini sağlamak için, çeşitli zamanlarda çeşitli konularda açıklamalarda ve uyarılarda bulundu.

*Tekfircilik ümmeti birbirine kırdırma projesidir dedi şiddetle reddetti. ‘Görevimiz kimseyi tekfir değil; davettir’ dedi.

*Şia’yı tekfir etmedi. Şii- sünni kardeşliğini vurgulayarak mezhep çatışmalarını önlemeye çalıştı. ‘Şiayla ehli sünnet arasında ihtilaflı mevzular vardır; bunlar, ilim meclislerinde, alimler tarafından konuşulup, tartışılmalıdır’ dedi.

*Türk- Kürt kardeşliğinin Kur’an’ın hakemliğinde gerçekleşeceğini, İslam’ın herkese verdiği haklar tesis edildiğinde kardeşliğin sağlanacağını ‘Kur’an hakem olsun; silahlar sussun; kardeşlik oluşsun’ sözleriyle haykırdı. Kürdistan kurma projelerini, ümmeti, bir parçaya daha bölmek olarak gördü ve ‘bu oyuna gelinmesin’ dedi.

*IŞID vs. gibi yapıların Amerikan projesi örgütler olduğunu, bunların İslamcı, heyecanlı gençleri çatışma bölgelerine çekip telef ettiğini söyledi. Özellikle bu örgütün ilk çıktığı günlerde – İslami kesimden kimse böyle söylemezken- yapılan tüm eleştirilere rağmen, hatta ölüm tehditlerine rağmen, gençlerimiz bunlara katılıp da boşu boşuna ölmesin diye büyük bir mücadele verdi.

*Her daim ümmetin ve ülkemizin menfaatlerini düşündü. Rus uçağı düşürüldüğünde ‘nasıl yaparsınız!’ dedi. Gerek Müslüman komşularımızla, gerekse de diğer komşularımızla sulh içerisinde yaşamamızı, düşman sayısını arttırmanın gücümüzü azaltacağını söyleyerek, siyasileri yüksek perdeden uyardı…

*Irak savaşında Amerika’ya destek veren hükümeti defalarca uyardı. ‘Iraklılar bizim Müslüman kardeşimiz, bu yaptıklarınızı nesiller boyu unutmazlar; kâfiri Müslümana tercih ederseniz Allah ile aranızda bağ kalmaz!’ dedi… 2 milyon insan öldü… Irak bitti… Ve Türkiye’nin Amerika’ya desteği unutulmadı, unutulmayacak…

*Yine Suriye meselesinde defalarca uyardı… Bunun bir bahar olmadığını, Suriye’deki ayaklanmaların sonuç getirmeyeceğini, Türkiye’nin Suriye politikasının yanlış olduğunu, yangına körükle gitmek olduğunu anlattı durdu. Dinlemediler… 1 milyon insan öldü. 10 milyon insan evinden- yurdundan- geleceğinden oldu; Suriye daha 50 sene belini doğrultamayacak derecede kayba uğradı.

*En az 5 yıldır da ‘cemaatleri bitirme projesi’ konusunda gerek hükümeti, gerekse de İslami camiayı uyarıyor! Hükümete ‘Sen bu cemaatler, tarikatlar vesilesiyle iktidar oldun. Bunların bitmesi, senin bindiğin dalı kesmendir. Böylece esasında seni de bitirmek istiyorlar’ diye uyarılarda bulundu. Cemaatlere de ‘Eğer sesinizi çıkarmazsanız sıra size de gelecek, bu dev piton yılanı hepinizi yutacak!’ diyerek uyarılarda bulundu…

            Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin yaptığı tüm bu ve buna benzer İslami ve kaygılı açıklamalar, ümmetin ve ülkenin birliğini muhafaza, tefrikayı önleme ve dertop olmamızı sağlama kaygısıyla yapılmış açıklamalardır. Bu açıklamalar bizi tekfirle, mezhepçilikle, ırkçılıkla, cemaat düşmanlığı ile bölmeye çalışanlara karşı, canhıraş bir mücadelenin ispatı niteliğinde tarihi açıklamalardır. İşte bu ümmetin ve ülkemizin menfaati için çalışan, konuşan, gece- gündüz dertlenen bir kanaat önderi ve âlim hapsediliyor. Esasında buradan şu anlaşılıyor ki, birileri ümmet de memleket de belini doğrultmasın istiyor…

            Yukarıdaki değerlendirme gerçek verilere dayalı (Alparslan Kuytul Hoca'nın tüm bu konulardaki görüşleri, konuşmaları detaylı bir şekilde internette- youtube videolarıyla- mevcut) tarafsız reel bir değerlendirmedir... Eski Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez ‘Böyle bir cemaat eli öpülesi bir cemaattir’ demişti. Şimdi, Alparslan Kuytul Hoca ve cemaati eli öpülesi değil midir?

            Cemaatlere mercek tutanlar ve bu konuyu hakkaniyetli bir şekilde kritik edip değerlendirenler, belli şartlara haiz cemaatlerin kalması gerektiğini savunuyorlar. Bu şartlar, yerli- milli olma, denetlenebilir olma, eğitim konusunda hurafelerden arınmış, sahih kaynaklara dayalı İslami eğitim gibi şartlar… Bunların hepsi kabul edilebilir makul şartlardır. Yerel bir hareket olma, dış bağlantılı olmama topluma güven verecektir. Mali denetim elbette olmalıdır; zaten de olmaktadır. Ancak devlet bunu daha sıkı hale getirebilir; buna da hakkı vardır.

            Ancak bir zihniyet var ki ona göre, şartların yerine getirilmesinin de bir önemi yok. Bu zihniyet, bazı durumları bahane ederek, tüm cemaatleri, esasında tüm İslami faaliyet ve çalışmaları bitirmek istiyor. İslam’dan rahatsız bir zihniyet… İslami kesimin bu zihniyetle işi zordur… Ancak bir iş ne kadar zorsa, eğer zora sabredilir ve yola devam edilirse, sonuç da o kadar hayatî ve güzel olacaktır. Yani ülkemize hayat verecek güzelliklere ulaşmak için her türlü zorlukla mücadele etmeye değer; değecektir (biiznillah).


Dipnot:

1- https://www.youtube.com/watch?v=5P-8Rw6D0PM